Bilginin külhanbeyi

Bilgi toplumu olmanın bilgi teknolojileri geliştirmek ve üretmekle bir ilgisi yok. Bilgi toplumu olabilmenin yolu en başta bilgiyi doğru kullanabilmekten geçiyor. Türkiye'nin bilgi toplumu olmaktan ne kadar uzak olduğunu görebilmek için şu basit karşılaşmayı yapmak yeterli...

SENARYO 1

Herhangi bir çağdaş batılı ülkenin, herhangi bir batılı vatandaşı... Basit bir işlem için, işi devlet dairesine düşüyor. Hadi işi biraz zorlaştıralım. Diyelim vatandaş, sürekli ikamet ettiği şehirde değil de, o sırada hiç tanımadığı bir başka şehirde olsun. Yani bırakın gideceği devlet dairesinin yerini, şehrin caddelerini, sokaklarını bile tanımıyor olsun. Ama o da ne? Vatandaşın umrunda değil. Kaldığı otelin danışmasına uğruyor, devlet dairesinin adresini soruyor ve sorusunun cevabına ek olarak eline bir de harita tutuşturuluyor. Vatandaş X semtinde ve işi düştüğü devlet dairesi ise Z semtinde.

Vatandaş kiraladığı otomobile biniyor, yola çıkıyor. Haritaya bakarak yol almaya başlıyor. Yol boyunca sık sık karşısına çıkan yön tabelaları işini iyice kolaylaştırıyor. Devlet dairesine yaklaştığında, tabelalar sıklaşıyor. Bu tabelalar arasında devlet dairesinin ücretsiz otoparkını gösterenler dahi var. Otoparka park ediyor, yürümeye başlıyor. Her on metrede bir tekrarlanan yön tabelalarını takip ederek, devlet dairesini eliyle koymuş gibi buluyor. Kapıyı açıyor, içeri giriyor. Büyük salonda, çeşitli veznelerin önünde birkaç kuyruk var. Solundaki kuyruğun hemen başında, kolayca görülecek bir yere asılı tabelada, "BURADAN BAŞLAYIN" yazıyor. Vatandaş hemen oradaki kuyruğa giriyor, on dakika bekledikten sonra vezneye varıyor. Güler yüzlü memura almak istediği belgeyi söylüyor. Memur kendisine bir form uzatıyor, formu doldurmasını, şu ve şu belgeleri hazır etmesini söylüyor. Vatandaş yola çıkmadan önce devlet dairesinin İnternet sitesine girip öğrendiği için, gerekli belgeleri önceden biliyor ve yanında getirmiş zaten. Formla birlikte kedisine uzatılan sıra numarasını alıp, salonun bir köşesine konulmuş geniş masanın başına geçiyor. Formu doldurduktan sonra bekleme koltuğuna oturuyor. Yarım saat sonra sıra numarası veznelerden birinin üzerindeki elektronik tabelada beliryor ve aynı zamanda anons da ediliyor. Vatandaş vezneye gidiyor. Doldurduğu formu ve istenen belgeleri uzatıyor. Memur gerekli harcı nasıl ödeyeceğini soruyor. Kredi kartı diyor, vatandaş. Sabah çıktığı oteline öğleden sonra, işlemlerini tamamlamış olarak geri dönüyor.

SENARYO 2

Herhangi bir Türk şehrinde, herhangi bir Türk vatandaşı. Basit bir işlem için, devlet dairelerinden birine işi düşüyor. Hadi işi biraz kolaylaştıralım. Diyelim vatandaşın işinin düştüğü devlet dairesi, otuz yıldır ikamet ettiği şehirde olsun. Vatandaş yine de endişeli. Tanıdıkları ve tanıdıklarının tanıdıklarını araştırıp soruşturuyor. Acaba bu devlet dairesi, hâlâ bildiği eski yerinde mi? Değil tabii ki... 30 yıl içinde beş kez yer değiştiren devlet dairesinin adresi bir ay kadar önce yine değişmiş. Tanıdıklarından ve tanıdıklarının tanıdıklarından yeni adresi alıyor. Adresin yeterli olmayacağını bildiğinden, tarif de alıyor. Ertesi gün yola çıkıyor ve dört kişiden ayrı ayrı doğrulattığı tarife göre yol almaya başlıyor. Dört kişiden ayrı ayrı doğrulattığı bilgiye göre saptığı caddeden, kendini gerisin geri zor atıyor. Meğer cadde, üç gün önce tek yönlü olmuş. Bu tek yön de ne yazık ki, vatandaşın gideceği yönün tersine belirlenmiş.

Vatandaş ters yönden girdiği caddeden kurtulup, gelişi güzel birkaç sokağa girdikten sonra karşısına çıkan yön tabelasıyla rahatlıyor. Z semtini gösteren tabelaları izleyerek, yoluna devam ediyor. Bir yol ayrımında iki ayrı tabelanın da, farklı sokakları işaret ederek "Z" semtini gösteriyor olmasından yılmayan vatandaş, başka bir yol ayrımında tek bir tabela bile göremeyince yılacak gibi oluyor ama birkaç kilometre gittikten sonra karşısına çıkan yeni bir tabelayı görünce, doğru yola sapmış olduğunu anlayıp, rahatlıyor.
Neyse lafı, adamcağızın yolu kadar uzatmayayım ve otopark bulma konusunda başından geçenlere değinmeyeyim. Arabasını park ettiği semtte, devlet dairesinin yolunu bulmak için çeşitli sohbetlere girişmek zorunda kaldığı üç bakkalı, iki kuruyemişçiyi, dört hanım teyze ile iki çocuğu da pas geçeyim.

Vatandaş adımını nihayet devlet dairesinin kapısından içeri atmayı başarıyor. Karşısında kuyruğa benzeyen ama daha çok arap saçını andıran insan kümeleri buluyor. Bu insan kalabalıklarının her biri, vezneye benzer bir takım pencerelerin önünde kümelenmiş. Birkaç kişiye danıştıktan sonra, aralarına katılması gerektiği küme olduğuna karar verdiği insan kalabalığının içine karışıp, hafif omuz darbeleriyle önlere doğru ilerlemeye çalışıyor. Bir saatlik bir uğraşın sonunda önüne geldiği pencerenin arkasındaki memur, yanlış sırada olduğunu söylüyor. İki, üç insan kümesini daha aştıktan sonra hangi belgelerinin eksik olduğunu öğreniyor. Ertesi gün ve daha ertesi gün her gelişinde diğer eksikliklerini de öğrenmeyi başarıyor ve sonunda hikayeme mutlu bir son olması uğruna işlemlerini birkaç gün içinde tamamlıyor.
Bilgi toplumu olmanın yolu teknoloji üretmekten değil, birinci senaryodaki toplumsallaşma bilgisinden geçiyor.

Bilgiyi tasnif etmeyi, işlemeyi, aktarmayı ve paylaşmayı bilemeyen toplumların bilgi çağında yer bulmasını beklemenin, külhanbeylik taslayarak Avrupa'ya girilebileceğini sanmaktan farkı yok.
Yazarın Tüm Yazıları