Bir ay kadar önce masamın üzerinde kırmızı bir zarf buldum. İçinden ‘Sizi AİDS savaşım gönüllüsü olmaya çağırıyoruz’ yazılı bir mektup çıktı.
AIDS Savaşım Derneği Başkanı Prof. Dr. Selim Badur imzalı davet ilgimi çekti. Toplumun çeşitli kesimlerinden isimler belirlemişler ve AIDS savaşım gönüllüsü olmaya davet etmişler. Cevap yazıp, böyle bir gönüllülükten gurur duyacağımı söyledim.
AIDS Haftası ve hafta dolayısıyla derneğin düzenlediği VII. AIDS Kongresi dün başladı.
AIDS Savaşım Derneği’nin aktardığı bilgilere göre dünyada dakikada bir kişi AIDS nedeniyle ölüyor, AIDS’li sayısının önümüzdeki beş yılda yüzde 150 artacağı öngörülüyormuş.
Bunlar dünyadan rakamlar. Türkiye ile ilgili ise pek sağlıklı bilgi yok.
En korkutucu olanı da bu. Çünkü AIDS öyle bir salgın ki, en büyük dostu insanların bilinçsizliği. Ve AIDS bilinci konusunda hiç de iyi bir yerde olmadığımız aşikar.
AIDS’le savaşabilmek için en büyük silah bilgi ama AIDS konusunda topluma pekçok yanlış inanç hakim. İşte birkaçı ve doğruları...
Yanlış inanç: AIDS sedece AIDS olanlardan bulaşır.
Doğrusu: Hayır bir insanın AIDS hastalığına yol açan HIV virüsünü bulaştırabilmesi için AIDS olması gerekmez, HIV pozitif olması yani HIV virüsünü taşıması yeterlidir.
HIV virüsü taşıyan bir kişi hiçbir hastalık belirtisi göstermeden genellikle 10, 15 yıl çok sağlıklı bir yaşam sürdürebilir.
HIV virüsü, AIDS hastalığına henüz yakalanmamış ama HIV virüsünü vücudunda taşıyan bir kişi tarafından bulaştırılabilir.
Yanlış inanç: AIDS testi olup temiz çıkmış bir kişi HIV virüsü bulaştıramaz.
Doğrusu: AIDS testi olarak bilinen testler, kanda HIV virüsü olup olmadığını değil, vücudun HIV’e karşı geliştirdiği HIV antikoru olup olmadığını test eder. Bir insan HIV virüsü kaptığında, bu antikorlar kanda hemen tespit edilebilir düzeye çıkmaz.
Sağlıklı bir test sonucu, riskli temastan (korunmasız cinsel ilişki, kanayan ya da açık bir yaranın bir başkasının kanıyla teması) ancak üç ay sonra alınabilir.
Dolayısıyla bu üç aylık süre boyunca kişi anti-HIV testinden temiz çıkmasına rağmen HIV virüsü taşıyor olabilir.
Üstelik HIV virüsü, vücut henüz antikor üretemediği için kandaki en yüksek konsantrasyonlarına bu dönemde çıkar. Yani bulaştırma olasılığı en yüksek olan devre bu dönemdir.
Yanlış inanç: AIDS cinsel yoldan yalnızca homoseksüel ilişkiyle geçer.
Doğrusu: AIDS sadece homoseksüel ilişkiyle değil, korunmasız vajinal ilişkiyle erkekten kadına ve kadından erkeğe de geçebilir.
HIV virüsü en yoğun miktarlarda sırasıyla kanda, menide ve vajinal sıvılarda bulunur.
Diğer vücut salgılarındaki miktarı risk teşkil edecek boyutlarda değildir.
Virüs bu sıvıların derideki açık bir yarayla ya da kadında vajina duvarı, erkekte idrar yolu gibi sıvıları geçirgen özelliğe sahip mukozal dokularla teması sonucunda vücuda sızar.
İki nefis taze şarap
Kavaklıdere’nin yeni çıkan ‘2005 Primeur’ şaraplarını, Nişantaşı’ndaki şarap butikleri Kav mağazasında tattım. Primör şarap türü, dünya çapındaki ününü Fransa’nın Beaujolais bölgesinde doğan geleneğe borçludur. Bu şarapların bir kısmı, üzüm şırasının şaraba dönüşmesi evrelerini kısaltan bir teknikle üretilir ve her yıl kasım ayının üçüncü perşembesi, büyük bir tantanayla Paris’te piyasaya sürülür.
Özel üretim tekniği sonucunda ortaya çıkan yoğun meyva aromalı, kolay içimli, hafif şarap, Beaujolais Nouveau olarak anılır ve üretiminden itibaren altı ay içinde tüketilmesi gerekir.
Beaujolais geleneksel olarak Gamay üzümlerinden üretilir ve beyaz şaraba en yakın kırmızı şarap olma özelliğiyle balıkla birlikte içilebilecek en iyi kırmızı şaraptır.
Üstelik bu şaraplar tıpkı beyaz şarap gibi soğutularak da içilebilir. Beaujolais bölgesinden yıllandırılmaya uygun çok kaliteli şaraplar da çıkar. Bunlar ‘Nouveau’ ibaresi taşımayan, sadece Beaujolais yazılı etiketlere sahiptir.
Pirimör geeneğini Türkiye’de Kavaklıdere 1988 yılından beri kırmızı ve beyaz ‘Primeur’ şaraplarıyla yaşatıyor. Kavaklıdere Beyaz Primeur 2005, Sutaniye ya da Sultaniye ve Emir karışımıyla üretilen önceki yılların aksine bu sene sadece Emir üzümlerinden üretilmiş. Ortaya asitli ve asidi sayesinde meyve aromalarını doruk noktasına çıkartan nefis bir şarap çıkmış. Muz ve mango kokuları belirgin.
Kavaklıdere Primeur 2005 ise Öküzgözü üzümlerinden üretilmiş. Yoğun meyva aromalarına eşlik eden belirgin tereyağ, toprak kokuları, güçlü gövdesi ve kalıcı tanenleriyle alışılagelmiş primörlerden çok farklı, yemekte bile içilebilecek bir şarap çıkmış.