Vapurlar, Haydarpaşa, mimarlar kongresi, kongre turizmi, Cumhuriyet döneminin etkileri, İstanbul vizesi, don paça plaj modası derken İstanbul’un kentsel dokusunun medyanın bu yazki gözde konularından biri olması, İstanbul’un kurtuluşu için umut verici.
Peki bu tartışmalar sayesinde İstanbul dünyaca meşhur bir turizm merkezi olur mu, turistlerden vazgeçtim hemşehrilerimle birlikte yaşamaktan mutlu olacağım bir şehir olur mu? Hiç sanmıyorum.
İstanbul’un adam olması için öncelikle şu ‘İstanbul gibisi yok şekerim’, kendini kandırmacasından vazgeçmemiz şart.
Bir kere İstanbul Cumhuriyet’le birlikte değil, İstanbul’un fethinden itibaren bozulmaya başladı. Önce bu gerçeği itiraf edip, kabul etmek lazım. İstanbul yüzlerce yıl boyunca asla güzel bir şehir olmadı. 20. yüzyılın ortalarına kadar batıya en yakın ve turistik olarak tek ulaşılabilir doğu şehri olması nedeniyle egzotik bir çekiciliği vardı, hepsi o kadar.
Mark Twain’in 1867’de yazdığı gibi güzelliği zarif silüetinden ibaretmiş ama karaya atılan ilk adımdan itibaren insan kendini dev bir sirkin içinde buluyormuş. Dükkanlar bir kümes, kutucuk, tuvalet, dolap, ya da artık siz ne diye adlandırmak isterseniz ondan ibaretmiş. Türkler bu dükkanların kapılarında bacak bacak üzerine atarak oturur, müşteri bekler, uzun pipolardan tütün tüttürür ve Türk gibi kokarlarmış. İstanbul sokakları insanın hayatında bir kez ama daha fazla görmesine de gerek olmayan bir manzaradan ibaretmiş.
Yani İstanbul, Cumhuriyetle birlikte bozulmaya başladı diyenler hiç fazla kaygılanmasın, Cumhuriyet’ten 60 yıl öncesinin İstanbul’uyla, Cumhuriyet’ten 80 yıl sonrasının İstanbul’u arasında hiç fark yokmuş.
Mark Twain, İstanbul’a gemiyle gelmiş. Bugün uçakla gelen bir turist olsa yine aynı şeylerle karşılaşırdı ve muhtemelen şöyle yazardı:
‘Uçaktan inip İstanbul havalimanına adım atar atmaz ortalık Türk gibi sigara kokmaya başladı. Tabelalarda sigara içmenin yasak olduğu belirtiliyordu ama Türklerden bazıları uçaktan iner inmez tütmeye başladılar. Bavulları alıp gümrükten geçince, sürgülü kapının dışında büyük bir sirk kalabalığı tarafından karşılandık. Ter, vücut yağı ve toz karışımı ağır bir koku çarptı burnuma. Şamatacı kalabalık kapının çevresini kuşatmıştı ve çıkış yolunu bulabilmem için deneyimli olduğu anlaşılan bir başka yolcu grubunun peşine takılmam gerekti.
Sokağa çıkar çıkmaz kakafonik bir gürültünün içinde buldum kendimi. Çığrışan insanlar, korna sesleri, polis sireni, hoparlörden diğer otomobildekilere bağıran bir ses ve kaynağını anlayamadığım daha nice sesten oluşan bir uğultu...
Yaya geçidinden geçmek isterken birkaç kez ezilme tehlikesi atlattım. Yaya geçidi otomobillere geçit vermek istemeyen surlar gibi yoldan yükseltilmiş tümseklerden oluşuyordu. Sürücüler deli gibi bu dağ gibi tümseklere saldırıyor ve otomobillerini yaya geçitlerinden geçmeye çalışan insanların üzerine son sürat sürüyorlardı. Sanki çarpacakları her yayadan puan kazanacakları bir bilgisayar oyunundaymış gibiydiler.
Bağrışan adamlardan birinin işaret ettiği yöne giderek taksi bulmayı başardım. Taksinin bagajının yarısından fazlası ne olduğunu anlayamadığım, termosifon benzeri metal bir silindir tarafından işgal edilmiş olduğundan, kucağım da dahil dört bir yanım bavullarla dolu, zor bela sığışabildim taksiye.’
(Devamı haftaya çarşamba, yine bu köşede)
Türk işi zeka testinin sonucu da zeka testi
Sabah yazarı Emre Aköz, Almanya’da yapılan zeka testlerinde Türk çocuklarının düşük performans göstermesiyle ilgili tartışmaya katkısı olması açısından, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ilk yılında aldığı psikolojiye giriş dersinden bir örnek vermiş.
Özetle hiçbir zeka testinin evrensel olamayacağını, kültürel olarak taraflı sapmalar gösterebileceğini yazmış. Verdiği örnek zekadan çok, bilgi ölçen bir teste aitmiş gibi görünse de, temelde haklı. Zeka testlerinin çoğunluğu kültürel taraflılığı olan testler. Ama hiçbir zeka testinin tarafsız olamayacağı fikrine katılmıyorum. Bilgi seviyesinden bağımsız, sadece problem çözme yeteneğini ölçmeye yönelik çok başarılı testler de var.
Neyse asıl değinmek istediğim şey başka... Emre’nin zeka testi yazısı, Türkiye’de yapılan bir zeka testinin, zeka testlerini aratmayacak sonuçlarıyla bitmiş. Sivas’ta 16 bin öğrenciye zeka testi yapılmış. Alınan sonuçlara göre 16 bin öğrencinin 2 bini üstün zekalı, yüzde 80’i normal, yüzde 18’i başarısızmış. Sonuçları okuyunca kafam karıştı. Yapılan zeka testinin sonuçları da sanki bir zeka testi. 16 bin öğrencinin 2 bini üstün zekalı bulunduysa, bu 16 bin öğrencinin yüzde 12 buçuğuna denk gelir. Üstün zekalı yüzde 12,5, artı normal çıkan yüzde 80, artı başarısız olan yüzde 18, eşittir yüzde 110,5... Nasıl iş anlayamadım. Emre’nin okurlarına yaptığı bir zeka testi mi acaba?