New Orleans’ı 21. yüzyılın Atlantis’ine çeviren Katrina kasırgası, bilinçaltımızı da yüzeye çıkardı.
Binlerce insanın öldüğü, kültür abidesi bir şehrin tamamen sular altında kaldığı, milyonlarca insanın evinden, barkından olduğu kasırga felaketini fırsat bilenlerimiz iki koldan saldırıya geçtiler.
Birinci kol konuya, çevreci cenabından daldı. Binlerce insanın ölümüne yol açan felaketi doğanın sopası olarak andı.
Yabancı bir yaklaşım değildi bu bizim için. 1999 depremini Allah’ın sopası olarak yorumlayan yobazları hatırlattılar. Ha depremi Allah’ın cezası olarak yorumlayanlar, ha kasırga felaketini doğanın cezası...
Çevreci yobazlara göre ABD hükümeti, küresel ısınmaya karşı önlemler içeren Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamadığı için, ‘Doğa’ intikamını Katrina kasırgasıyla almış.
Hani ‘Bu bir uyarı. Eğer ABD Kyoto sözleşmesine destek vermemekte inat ederse, ABD de dahil olmak üzere tüm dünyayı çok daha büyük felaketler bekliyor’ deseler, anlayacağım. Ama küresel ısınmanın sonucu olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt olmayan Katrina kasırgasını, doğanın intikamı olarak gösterebilmek için gerçekten fanatik olmak gerekiyor.
İkinci saldırı kolu ise devekuşu tipi milliyetçilerden geldi.
Devekuşu tipi milliyetçilere göre gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı kapatabilmek için acı gerçekleri kabul edip, bunların üstesinden gelme yollarını aramak gibi zor yollara sapmaya gerek yok.
Gelişmiş ülkelerden farkımız olmadığına, hatta onlardan ileri olduğumuza inanmak onları geçebilmemiz için yeterli.
Aslında biz çok ileriyiz ama doğulu müttefiklerimiz geri kaldığı için batılı müttefiklerimizce hükmen yenik sayıldık.
Bunlara göre Katrina felaketi ABD rüyasının çöküşünü temsil etmektedir. Hatta ortada felaket filan da yoktur, binlerce kişi ölmemiş, koca bir şehir sular altında kalmamış, milyonlarca insan evinden, barkından olmamıştır... Kategori 4 şiddetinde bir kasırga da esmemiştir, tüm bunlar ABD’nin kendi beceriksizliğinin sonucudur ve ABD de bu beceriksizliğini tüm dünyaya felaket diye yutturmak istemekdedir.
Bu gibiler otoritenin kalmadığı bir şehirde yağmalama eylemlerinin başlamasını, ABD’nin aczi olarak yorumladılar.
Öte yandan Türkiye’de her felakette asıl yağmanın resmi kurumlarca yapıldığına, her depremden sonra Kızılay’ın adının yolsuzluk soruşturmalarına karıştığına nedense hiç değinmediler.
Ya da bir felaket olasılığı karşısında Türkiye’de herhangi bir şehri boşaltmaya kalkışsak, diğer şehirlerden çapulcuların ters yönde akın edip, boşalan evleri daha felaket başlamadan yağmalayacaklarını bilmezmiş gibi davrandılar.
Alibeyköy’de devletin bir kaşık suya teslim olduğunu çabuk unuttular.
Atlantis’in batışı insani değerlerin batışının cezalandırılmasıysa, Allah felaket mağduru New Orleans’tan sonra felakete oh çeken bizi de korusun.
Orhan Pamuk Avrupa yamuk
Avrupa Birliği ülkeleri olan Fransa ve Belçika’da devletin resmi görüşü ‘Ermeni soykırımı’nın olduğu yönünde. AB üyesi olmasa da, kültürel ve hukuki geçmişiyle göbeği Avrupa ile birlikte kesilmiş olan İsviçre’de de öyle. Ve bu ülkelerde devletin resmi görüşüne muhalefet etmek, yani ‘Ermeni soykırımı yoktur’ demek yasalara göre suç. Yine bu ülkelerde ‘ermeni soykırımı yoktur’ demek, yasal işlem gerektiriyor ve cezai yaptırımları var.
Ama aynı ülkelere göre Türkiye’nin, kendi resmi görüşünü yalanlayanları cezalandırma hakkı yok. ‘1 milyon Ermeni, 30 bin kürt öldürüldü’, diyerek resmi görüşe göre yalan söyleyen Orhan Pamuk’un yargılanması, ‘Ermeni soykırımı yoktur’ demeyi suç sayan ülkelere göre anti demokratik.
Avrupa Birliği değil Nalıncı Kesercileri Birliği mübarek...
Sabah Akşam dayak yedim
Bu hafta sonu Sabah ve Akşam gazetelerinin gündemlerinde, Ertuğrul Özkök’ten sonra ikinci sırada geliyordum her ne hikmetse...
Cumartesi günü Yalçın Pekşen, pazar günü Reha Muhtar çakmış.