Ata yetmez Semra Hanım’ı da isterük

ynadaki görüntüsünü, kendini çirkin bulanlar sevmez.

Gerçekçi yaşam şovları meşhuru Ata’nın kuşkulu ölümü üzerine yazılanları, ağzım bir karış açık okuyorum.

Günah keçisi yaratmakta usta yazarlarımız, bu kez iki günah keçisi birden yarattılar.

Yazarlar Ata’nın ölümünden medyayı ve anne Semra Hanım’ı sorumlu tutanlar olarak kamplaştılar.

Medyayı suçlayanlara göre Ata hızla gelen şöhretin kurbanı. Katıldığı gerçekçi yaşam şovu sayesinde hızla şöhret olmuş ve bu şöhreti kaldıramayıp, ruh sağlığı bozulmuş. Bu yüzden de ölümünden medya sorumluymuş.

Bu gibilere bakarsanız şöhretin hızla geleni değil, yavaş yavaş geleni makbul. Sanırsınız diğer şöhretlerimizin hareketleri o kadar dengeli ki, bir tek televizyon şovları sayesinde ünlenenler şöhretin ağırlığını kaldıramıyorlar.

Bu şöhretin ağırlığı dedikleri de ne demekse artık? Yoksa benim bilmediğim Şöhret adında ünlü bir şişmanımız var da, antrenmansız kaldırmaya çalışanlar kaldıramıyor, antrenmanlı olanlar mı kaldırıyor?

Asena’yı ‘İstersem seni 12 saatte bulurum’ diyerek tehdit eden İbrahim Tatlıses’in mi, her fırsatta ‘Erkektir aldatır’ diye beyanat verip, eşinin bilmem kaçıncı aldatışından sonra boşanma kararı alan Hülya Avşar’ın mı, telefondaki hayranına ‘vericen mi’ diyen Ata Demirer’in mi davranışları dengeli davranışlar? Damat Ata şöhretin ağırlığını kaldıramadı da, onlar mı kaldırıyorlar?

Kimilerince doğal şöhret olarak ilan edilen ünlülerimiz arasında uyuşturucu kullananlar mı daha fazla, kullanmayanlar mı?

Yoksa oğlu Ata’nın daha toprağı kurumadan, Semra Hanım’ı yerden yere vuran ünlü köşe yazarlarımızın davranışı mı dengeli? Evlat acısı çeken bir annenin, kimbilir nasıl bir ruh haliyle sarf ettiği cümleleri pornografik bir şekilde eleştirenler mi şöhreti kaldırmakta daha başarılı?

Oğul acısı çeken bir anneyi, ulu orta yargılamak, suçlamak kime ne kazandırır?

Amacınız Semra Hanım’ı intihara mı sürüklemek?

Kendimizi kandırmayalım. Bizim toplum olarak bozulmuş ruhumuz. Ruhsal sorunlarıyla tek başına mücadele etmek zorunda bırakılan on milyonlarca insan var. Gerçekçi yaşam şovlarımızla, o şovlar sayesinde ünlenenlerimizle, başka yollardan şöhret kazananlarımızla, yazarlarımızla, okurlarımızla hepimiz aynı toplumun parçasıyız.

Bir günah keçisi bulmak gerekiyorsa, o bizim içimizde. Kızgınlığımız içimizdekileri yansıtan aynaya ve o aynada gördüklerimize.

Şato Kalecik 2003

Şato tarzında, yani kendi bağlarının üzümünden, yerinde üretilerek yapılan şarapçılık Türkiye’de pek yaygın değil. Olanların da çok azında kaliteli şarapçılık yapılıyor.

Şato Kalecik kaliteli şarap üreten çok ender örneklerden biri. Geçen sene piyasaya kısıtlı miktarda sürdükleri ilk etiketli ürünleri Kalecik Karası 2002 ve Fransız Kupaj 2002 tükendi. Geçenlerde bu iki çeşidin 2003’lerini satışa sundular.

Şato Kalecik bağlarından hasat edilen Cabernet Sauvignon, Merlot, Carignan, Syrah ve Tannat üzümlerinden üretilen ve fermentasyonun ardından 18 ay küçük boy Fransız meşe fıçılarda dinlendirilen Şato Kalecik Fransız Kupaj’ın 2003’ünü, 2002’ye göre çok daha gövdeli ve sert tanenli buldum.

2002 henüz iki yıllıkken de rahat içimli bir şaraptı. Geçen gün sakladığım şişelerden birini açtım, aradan geçen bir yılda daha da güzelleşmiş. Birkaç yıl daha saklandığında mükemmelleşecek. 2003’ü ise beş, 10 şişe alıp en az üç yıl saklamak akıllıca bir yatırım olur. Hemen içmek için de, meyvemsi şarapları sevenlere Şato Kalecik Kalecik Karası 2003’ü öneririm.

Tükenen 2002’leri ise Ulus Sunset restoranda bir süre daha bulabilirsiniz.

satokalecik.com

İngilizcesi ecstacy artistçesi extacy

Basında eskiden uyulan kural basitti, karışıklığa yol açmazdı. Yabancı bir dilden gelen, ama sıkça kullanılmaya başlayan bir kelime, okunduğu gibi yazılırdı. Sonra nedendir bilinmez, bu kural değişti. Yabancı dilden kelimeler, aynen yabancı orijinalindeki yazılışıyla yazılmaya başladılar.

Karışıklık çıkmasın diye de, Türkçe yazılışı yer etmiş kelimeler, yine eskiden olduğu gibi yazılır dendi ama karmaşa yine de önlenemedi.

Bir kelimenin yazılışının yerleşik olup olmadığı insanların keyfine bırakılınca iş çığrından çıktı. Örneğin ‘Londra’, ‘London’ diye yazılmaya başlamadı ama ‘Nev York’, ‘New York’ oldu. ‘Şikago’ ise kimine göre ‘Chicago’ kimine göre ‘Şikago.’

İngilizce biliyormuş havası atma akımı sonucunda 40 yıllık ‘Teksas’ı bile ‘Texas’ olarak yazmayı savunanlar türedi.

Sonuçta okunduğu gibi yazma kuralından vazgeçmenin en ironik sonuçlarından birine geçen gün yine rastladık. İngilizce’de bile ‘ecstacy’ olarak yazılan kelime gazetede ‘extacy’ olarak yayınlandı. Aynı hata çeşitli gazetelerde, bundan önce de defalarca yapılmıştı.

Şunu okunduğu gibi ‘ekstasi’ olarak yazsak böyle kazalar da olmaz...
Yazarın Tüm Yazıları