Arslan KİK’imiz kek yemez

Açıkçası geçen haftaki yazımın ardından kıyamet kopmasını bekliyordum.

Cep telefonlarımızı ajan gibi takip edecek, kimin kiminle ne zaman nereden konuştuğunu kayıt altına alacak sistemin altyapısı için Telekomünikasyon Kurumu’nca açılan ihalenin şartnamesinde çok büyük bir güvenlik açığı olduğunu yazmıştım.

Bu güvenlik açığı hem biz cep telefonu kullanıcılarının mahremiyetinde olan kişisel bilgilerin elden ele dolaşması hem de ulusal güvenliği ilgilendiren kayıtların kötü niyetli kişilerin eline geçmesi riskini doğuruyordu.

Avrupa’da cep telefonu konuşmalarıyla ilgili çok daha az bilginin, çok daha güvenli sistemlerde kayıt altında tutulması bile Avrupa basınında geçen hafta büyük tartışmalara yol açmıştı. Bizdeyse, sistemin herkesin çok daha özel bilgilerinin ortalığa saçılması riskini doğuran laçka bir ihaleyle inşa edilecek olması medyadan yüz bulamadı.

Ama bu iş, öyle hemen kenara atılmayacak kadar ciddi.

Sistemdeki güvenlik açığının nedeni daha önce üç kez iptal edilen ihalenin dördüncüsüne, son anda eklenen bir madde. Bu maddeye göre cep telefonlarını takip altına alacak bilgisayar programının, işletim sistemi çekirdeğine gömülü olarak çalıştırılması şart koşuluyor. Bilgisayar uzmanları, bu şartın sistemin güvenliğini tehdit edici çok ciddi riskler yarattığını söylüyorlar.

Örneğin İzmir Ekonomi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cemal Dinçer, işletim sistemi çekirdeğine gömülü uygulama yazmanın evinizin, hatta kasanızın anahtarlarını tanımadığınız kişilere vermekle eşdeğer olacağını söylüyor.

İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı, Bilkent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mustafa Akgül ise, çekirdeğe dikkatle gömülmüş bir sistemin güvenlik, sistemin bakımı, gelişmesi ve uyarlanması açılarından riskli olduğunu, çekirdekle oynamanın, firma ve kişiye bağımlı olma durumu yarattığına dikkat çekiyor.

Telekomünikasyon Kurumu’nca dördüncü kez açılan ihaleden, ilk üç ihaleye katılan firmaların biri hariç tamamı, ihale şartnamesinde yapılan iki değişiklikten dolayı çekildi. Bu değişikliklerden biri uygulamanın tüm detaylarıyla birlikte 21 günde teslim edilme mecburiyeti, ikincisi ise gecikme durumunda gecikme cezasının günlük binde birden, yüzde beşe çıkartılmış olması.

Uzmanlar önceden hazırlıklı olmayan bir firmanın bu kadar kapsamlı bir uygulamayı, üstelik çekirdeğe gömülü şekilde, bu kadar kısa sürede yapmasının güç olacağını ve acele işin güvenlik riskini daha da artıracağını söylüyorlar.

Son umudum Kamu İhale Kurumu’nda (KİK)... Ulusal güvenliği ilgilendiren bir sistemin ihalesine TÜBİTAK, Havelsan ya da Aselsan neden girmemiş veya girememiş, neden sadece tek bir firma katılmış merak ediyorum.

Bayramda deprem olacak

Deprem Dede’nin ‘Bayramda deprem olacak’ dediğini okuduğumda, çarpıtılmış ya da en azından yanlış aktarılmış bir haberle karşı karşıya olduğumu hemen anlamıştım. Star Gazetesi’nde yayınlanan haberde anlayamadığım, Prof. Işıkara’nın meslektaşlarının söyledikleriydi.

Prof. Naci Görür ve Prof. Şener Üşümezsoy mal bulmuş Mağribi gibi Prof. Işıkara’ya atfedilen inanılmaz iddianın üzerine atlamış ve fırsat bu fırsat dermiş gibi meslektaşlarını eleştirmeye girişmişlerdi.

Şener Üşümezsoy, ‘Buradaki tutarlılık ancak borsadaki tutarlılık kadar olabilir’ diye konuşmuştu. Naci Görür ise ‘Medyumlar da bu şekilde konuşuyor. Bir bilimadamına hiç yakışmıyor’ demişti.

Bilimadamına asıl neyin yakışmadığını ben söyleyeyim. Bilimadamı kuşkucu olmak zorundadır. Ama bu kuşkusunu saygınlığını ispat etmiş meslektaşları için değil, saygın meslektaşına atfedilen inanılmaz iddianın gerçekliğini sorgulamak için kullanması daha tutarlı bir davranış olur.

Bu ne mesleki kıskançlıktır ki, Prof. Işıkara’nın ‘Bayramda deprem olacak’ demiş olmasını gerçek kabul edebilirlerken, gazetecinin Işıkara’nın sözlerini yanlış anlamış olabileceğine ihtimal vermiyorlar.

Haberin yazarı muhabirin, Işıkara’nın sözleri gibi Üşümezsoy ve Görür’ün sözlerini de yanlış aktarmış olma olasılığı tek tesellim.

Saygısızlık kültürümüzde

Geçen haftasonu Hisar Eğitim Vakfı’nın Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediği konferansın konuşmacıları arasındaydım. Dünyayı değiştirebilecek yeni teknolojileri anlattım.

Soru ve yorum bölümünde bir izleyici yeni teknolojileri kullanmakta hızlı olduğumuzdan ama aynı beceriyi bu kullanım adabında gösteremediğimizden yakındı. Örnek olarak da trafik ve cep telefonu magandalarını göstererek yeni teknolojilere daha rahat adapte olabilmemiz, teknoloji kullanma kültürünü oluşturabilmemiz için bu teknolojilerin hayatımıza çok daha yavaş girmesi gerektiğini savundu.

Teknolojileri adabıyla kullanamadığımız konusunda kendisine katıldığımı ama sorunun kaynağının teknolojinin hayatımıza hızlı girmesi olduğu savına katılmadığımı söyledim.

Sorun bizim, başkalarına saygısız olmamızdan kaynaklanıyor. Otomobilleri, cep telefonlarını adabıyla kullanamıyoruz çünkü başkalarına saygı duymayan bir kültürümüz var. Sorun teknoloji kullanımı gibi kültürün alt katmanında değil, temelinde.
Yazarın Tüm Yazıları