Altı ay, bir yıl ya da şu kadar zaman ömrünüz kaldığını bilseniz ne yapardınız?
Aklımda konunun başka bir yönü vardı aslında.
Prof. Tarık Minkari’nin hayatını aktaran "Mizah zekánın zekátıdır" kitabında geçen ve Türk doktorlarına özgü bir tıp ahlaksızlığı örneğinin üzerinde duracaktım.
Haşmet Babaoğlu’nun yazısını okuyunca konunun bu yönünü bir sonraki yazıma bıraktım.
Sevgili Haşmet, öleceğini öğrenen insanların kalan zamanlarında gerçekleştirmeyi diledikleri arzularını sorgulamış.
İşin sırrı da aslında bu "öleceğini öğrenmek" tamlamasında.
Ne demek "öleceğini öğrenmek"? Aklı başında her insan gün gelip öleceğini bilmez mi zaten?
Bilir bilmesine de kafasına dank etmesi için zamanının az kaldığını öğrenmesi gerekir. "Altı ay ömrün kaldığını bilsen ne yaparsın?" sorusunu, "Yaşamında ne yaparsın?" sorusundan ilginç kılan da bu kısıtlanmış zamandır.
Haşmet de buna takılmış zaten. "Altı ay ömrünüz kalsa ne yapardınız?" sorusunu "Dünya gezisine çıkarım" diye cevaplayanlara çıkışmış; "Madem o kadar önemli, neden şimdi çıkmıyorsun?"
Haşmet’i okurken altı yıl kadar önce bu soru kafama takıldığında yazdığım bir yazı geldi aklıma.
tinyurl.com/2ls9a6 adresinden tamamını okuyabileceğiniz yazıdan birkaç kısa alıntı:
"Hayal gücünün görebildikleri asla yok edilemez demiş MÖ 64-MS 21 yılları arasında yaşayan Yunan coğrafyacı Strabo. (...)
Büyük Piramit’in inşa edildiği yıllarda, bir Mısırlının ortalama ömrü 35 yılmış, yine de herbirinin yapımı en az 20 yıl süren piramitleri inşa etmişler. Ortaçağ’da Parisliler ortalama 45 yıl yaşarmış, yine de inşası 137 yıl süren Notre Dame katedralini miras bırakmışlar gelecek kuşaklara. (...)
Gelecek nesillere hiç unutulmayacak anıtsal bir harika bırakabilmek bizim elimizde."
Siz yeter ki hayal edin... Çatıya bayrağı diken kadar temele ilk kazmayı vuranın da payı vardır harikalarda. İlk adım hep hayaldir.
Magazincileri aşağılayan iletişim danışmanı
Halkla ilişkilerci Ali Saydam Ikea’nın reklamını eleştirenleri eleştirdiğim yazımdan gocunmuş.
Adımı anmadan, "bir magazin ilavesi yazarı" diye bahsedip aklınca aşağılayarak eleştirmeye kalkışmış yazımı.
Magazin yazarının aklı, pazarlama iletişimi gibi ulvi konulara yetmez demeye getiriyor.
Haklı. Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunu olduğum için pazarlamadan, pazarlama iletişiminden filan anlamam. Lise mezunu olan Ali Saydam’dır bu konuların uzmanı.
O kadar uzmandır ki bu konularda, Sezen Aksu’nun basınla ilişkilerini yürütür, Hülya Avşar’ınkine talip olur, aşağı gördüğü magazincilerin sırtından para kazanmaya çalışır; hakkını yemeyelim kazanır da.
Saydam’a göre Ikea’nın tıklım tıklım olmasına dayanarak yorumda bulunmam herkesi kendim gibi sanmakmış.
Ikea’ya hücum eden binlerce insana bakıp yorumda bulunmamı, "günde üç paket sigara içen tek bir kişiye bakıp, sigara kanser yapmaz diyenlere" benzetmiş.
Sonra kendi fikrini savunmak için de bir, evet tek bir okurundan gelen mesajı örnek göstermiş.
Ciddi söylüyorum. Şaka filan değil. Ama asıl şu son cümlesi önemli.
Aynen şöyle yazmış; "Magazin yazarı arkadaş okuyamamış olabilir; bu işleri doğru okuması gereken IKEA Genel Müdürüdür zaten"...
Ali Saydam itiraf ediyor; okur umrunda değil, müşterisi olma potansiyeli olan şirketlerin genel müdürleri doğru okusun yeter...