Yunanlı Yani, İstanbullu Yani

Aile dostu olan Bulgar asıllı Neva "Yani, trene bindiğinde sakın pencereden bakma. Sakın ağlama" demişti.

Tren uzaklaşırken Sirkeci garından, o pencereden baktı İstanbul’una. O ana kadar güçlüydü ama birden gözyaşlarına boğuldu. Takvimler 11 Eylül 1973’ü gösteriyordu ve Yani Boziki, 18 yaşında onca anısını ve Yahudi sevgilisini orada, İstanbul’da bırakarak, o dönem son seferlerini gerçekleştiren Orient Ekspres treni ile Fransa’ya gidiyordu.

Kimya mühendisi, tüccar ve şair Yani Boziki, 1954 yılında Beyoğlu’ndan iki adım ötede Hamalbaşı’nda doğdu. Babası, dedesi gibi et ve tavuk tüccarıydı. Dedesinin tam 13 dükkanı vardı.

Annesi de, babası da İstanbulluydu ama Yunan vatandaşlarıydı. Kendisi gibi, kız kardeşi gibi Yunan vatandaşıydılar. 1960’ların ilk yarısında Yunan vatandaşları Türkiye’den sınır dışı ediliyordu. Halası, amcası ve onca akrabası da gidenler arasındaydı.

O günleri "bindokuzyüzaltmışdört" adlı şiirinde şöyle anlatıyor:

"Gündüzün göçüp gitmişler

Yunan’a

Sırtlarında ümitsiz türkülerle

Parça parça dağılmışlar dört

yana

Silinmez ağlamaklı o gözlerle

Uçmuş kuşlar, efgan etmiş

gitmişler,

İstanbul gözlerinde görünmez

olmuş.

YANİ der ki yazık kötü etmişler,

Bunca şöhret bunca hasret yok

olmuş."

Ancak Yani, kızkardeşi, annesi ve babası nasıl olmuşsa İstanbul’da kalmışlar. Babası "Kimse beni buradan koparamaz. Burası benim memleketim" demiş.

Boziki ailesi önce Bolu’da bir köyde gizlenmiş uzunca bir süre. Sonra İstanbul’a evlerine dönmüşler; baba da işinin başına.

Apartmandaki Türk komşuları ve babanın Türk arkadaşları sahip çıkmışlar aileye. Karakoldaki polisler "nedense" hiç bulamamış onları. Doğrusu bulmak istememiş...

1967’de birkaç ay arayla önce babasını sonra da annesini kaybeden Yani, kızkardeşi ile birlikte, o dönemde Yunan vatandaşlığından çıkıp Türk vatandaşlığına geçen teyzesinin yanına gitti. Osmanbey’de Abide-i Hürriyet Caddesi’ne.

"Yazık oldu Artin Bey’e

uzanıp yatmış

sessiz sedasız

yeşil gecede.

Tuhaftır hikayesi,

anlatamam sizlere.

Kaldırımda serilmiş

ay ışığına karşı.

Öyle ölürdü Artin Garibyan,

her akşam dokuz sularında,

Abidei Hürriyet caddesinde."

Artık İstanbul’da yaşamak zordu. Yunan vatandaşı olduğu için 4. şubeden altı ayda bir oturma izni alıyordu. Fransız Saint Michel Lisesi’ne gidiyordu. İlk şiirlerini de yazmaya başlamıştı.

Delikanlılığa ilk adımlarını attığında, Yahudi bir güzele kaptırır gönlünü:

"Yıllar ki bir şiirle bekledim seni.

Sende kalbimi biriktirdim

ve yıldızlar uçurdum

bakışlarının kıyısız açıklarına.

Bağladım Temmuz’u

ayçiçek göğüslerine,

geceye sayısız yıldızlar

dolsun diye

ve bir olduk

İstanbul’un saf

ve tenha sessizliğinde."

Tahtakale’de kahve işleten dayısının 4. şubedeki "torpili" başka yere atanınca izin alması güçleşir. Okul birincisi olarak Fransa’da burs kazanmıştır ama Türk vatandaşı olmadığından, bu hakkından yararlanamaz. Okul müdürü "teselli mükáfatı" olarak ona Fransa’da bir okul ve iş ayarlar.

İstanbul’u terk zamanı gelmişti...

"Bu şehir

İstanbul şehridir,

hep ah çeken

dertli bir çiçek.

Bu şehir,

Bu benim şehrim

Bin kök sevdasıdır

Keder yüklü bir gerçek."

1979 yılında Besançon Üniversitesi’nden mezun olur. Kimya mühendisidir artık. Önce Fransa’da, sonra da Yunanistan’da çalışır. Sonra tekrar Fransa, sonra Mısır, sonra Ortadoğu... Bir keresinde iş için İskenderun’a gider. Vizesi bittiğinde sınır dışı edilir.

Sonra, Yunanistan’a dönerek kendi işini kurar. İzmir’den şifalı otlar, baharat ithal eder. İstanbul’a seyahatler eksik olmaz; ihtiyar teyzeye ziyaretler. Atina’daki Türk Başkonsolosluğu’ndan beş günlük vize alır almaz koşar İstanbul’una. Tam bir ay kalır. Dedik ya; karakoldaki tanıdık polisler, komşular, dostlar sağolsun.

Türkiye, Yunan vatandaşlarına vizeyi kaldırınca, işi kolaylaştı tabii. Bu arada Yahudi sevgilisi evlenmişti. O da zamanla Moralı bir kadın seçmiş kendisine eş diye. Bir de kızı olmuş, bugün 15 yaşında.

Dört-beş yıl önce Türkçe şiir kitabı yazmaya koyuldu. Adına "Bir Boğaz Vakti" dedi. Kitabını kendi parasıyla Atina’da yayınladı. Türkiye’deki dostlarına da göndermeyi unutmadı.

"Çevre yanım hesapsız gençlik

Gidiyorum gurbet yolunda,

Onsekiz yaşım hırslı çelik

Sirkeci garında, garında.

Arzusun çektiğim İstanbul

Ben gezerim tiren hattında,

Cüzdanım boş, yoktur para, pul

Sirkeci garında, garında.

YANİ sallar hoşça mendili

Sıralanmış dostlar yanında,

Onun garip halin görmeli

Sirkeci garında, garında"

ATİNA BÜROSU

Sorumun cevabını şiirle aldım


Atina Bürosu’nun bu haftaki konuğu hayat hikayesini okuduğunuz, Yani Boziki. İstanbullu Yani...

Türkçe şiir kitabı yazmak fikri nasıl oluştu?

- Çocukken şiirler yazardım. Edebiyat öğretmenim rahmetli Sabri Altınel "Yani, sen şair olacaksın" demişti. Zaten kitabımı da ona ithaf ettim.

Şiir tekniğini nasıl öğrendiniz?

- Türk şairlere hayranım. Şiirlerimi aruz vezni ile yazdım. Heceler hep sayılmış.

Eşiniz Türkçe bilmiyor, kızınız da öyle. Şiirlerinizi, İstanbul’unuzu anlatabildiniz mi onlara?

- Eşime anlatmak zor oldu. Yunanistan’da bazı önyargılar var. Türkiye için, Türkler için. Ancak geçen yıl İzmir’e gittiğimizde, durumun anlatılanlardan farklı olduğunu tespit etti. Bana, "Türkleri Arap gibi, Afrikalı gibi anlatırlardı bana. Oysa çok ama çok nazik insanlar" dedi. Sanırım Türkiye’de de Yunanlılar hakkında anlatılanlar pek farklı değil. 18 yaşımda İstanbul’dan ayrılırken, işçi olarak Fransa’ya giden bir Türk ile seyahat etmiştim. Trenden inmeden önce bana "Abi biz Yunanlıları tek dişli canavar bilirdik. Sen tek dişli değilsin" demişti. Kızım ise anlattıklarımın da etkisiyle olacak, Türkiye’ye ve Türklere sıcak bakıyor.

İstanbul’a dönmeyi düşünüyor musunuz?

- Neden olmasın? Şu kızım hele bir büyüsün. Tabii eşimin de Türkçe bilmemesi sorun. Ama neden olmasın?

Türk-Yunan ilişkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bu iki halkın neden anlaşamadığını bir türlü anlayamıyorum. En iyisi mısralarımla cevap vereyim:

YANİ’den bir nasıhat

Savaşı yana bırak,

Barıştır mukadderat

Ne hilaftır ne ırak...
Yazarın Tüm Yazıları