Başka çare yoktu ve dokuz yıllık beraberliğimize son vermek bana düştü.
Onun için "ilk" değil ama "en" olduğuma inanıyorum. Hiç de iyi davranmadım aslında... Üzdüm, yordum onu. Son kez de dönüp baktığımda egomu tatmin etmek istercesine, sanki "merak etme, en sonuncum sensin" der gibiydi. Bundan sonra kendini toparlayamaz pek. Süslenip püslenip gezemez. Bundan sonra olsa olsa birilerine yama olur.
Efendim, 1997 yılında Münih’e giderek, o zamanın Alman parası marktan tam 1900 tane sayıp aldığım 1986 model VW Golf marka arabamı, sağlam bir yeri kalmadığından geçen cuma günü Atina’daki araba mezarlığına bıraktım.
Ayrılmamız hiç de kolay olmadı...
Yunanistan’da görev yapan yabancı gazeteci olarak gümrüksüz araba kullanmak hakkımız var. Ancak bu arabaları Yunanistan içinde satma hakkımız yok. Dolayısıyla ucuz araba alıyoruz ama sonunda genellikle devlete teslim ediyoruz.
Sabahın erken saatlerinde Pire’deki ilgili gümrük dairesine gittiğimde benden başka kimse yoktu.
- İşte kağıtlarım... Arabamı teslim etmek istiyorum.
- Önce şu formu doldurun.
- Affedersiniz ama hatırlıyorsanız birkaç ay önce de bir meslektaşımın arabası için gelmiştik, ne olur aynı yanlışları yapmayalım, bu işi bir an önce bitirelim.
- Beyefendi hata olmuştu o zaman ama hatalar da insanlar içindir...
Yaklaşık yarım saat bekledim. Memurun sesi ilk adımı attığımın müjdesiydi:
- Gidin protokol numarası alın.
Sabah kahvesini içiyordu ve tüm dikkatini okuduğu spor gazetesine vermişti protokol memuru. Varlığımdan haberdar olduğu söylenemez.
- Şey, protokol numarası istiyorum.
Tek kelime çıkmadı ağzından, evrakları aldı, defterine bir numara ile isim yazdı.
- 19 numaraya git şimdi.
Gitmez miyim? Seve seve giderim! Gittim de. Ama kimseyi bulamadım. Koridora çıktım, kapı kapı dolaşıp 19 numaradaki memuru aramaya başladım. O sırada elinde pasta kutusu ile dolaşan bir kadın çıktı karşıma.
- Buyurun alın bugün benim isim günüm...
- Ayy teşekkür ederim nice isim günlerinize...
Aradığım memuru, hoş memurelerin çalıştığı iki numaralı odada espriler patlatırken buldum. Sima tanıdık, adamın tek derdi çalışmak.
- Ooo Türk gazeteci geldi!
- Hadi aslanım, hadi koçum; gel şu işi bitirelim.
- Hemen yaparım merak etme.
Birlikte 19 numaralı odaya geldik. Hmm... bilgisayarda da yazıyor. Ne var ki, her tuşa bastığında bir şeyler söylüyor:
- Erdoğan ne yapacak?
- Halkları ayıran bir şey yok ki...
- AB’ye girecek misiniz?
Kaç dakika geçti hatırlamıyorum. Dalmışım herhalde, "Yedi numaraya git" dediğinde memurun birkaç saniye öylece yüzüne baktım.
O KADAR YIL ÜZMEDİ AYRILDIĞIMIZ GÜN KADAR
Odaların üzerinde yedi yazanın içinde üç memur vardı. İkisi yüksek sesle ihtiyarlık hakkında tartışıyor, benimle ilgilenecek olan da aralarında en yaşlısı göründüğünden dinliyordu. Adamın görevi, arabamdaki aksesuvarları yazmak. - ABS fren var mı?
- Evrakta yazılı, araba 1986 model, ne ABS’si?
- Elektronik kilit sistemi var mı?
- Vites otomatik mi?
- Araba 4x4 mü?
- Bilgisayar donanımı var mı?
Saydı da saydı... Hep "yok" diyordum, o da listesinde hep iki defa "yok" diye yazıyordu.
Birlikte arabanın yanına gittik sonra. ABS, otomatik vites ve bilgisayar donanımı olmadığını yerinde tespit etmesi için. Devlet ya, güvenmiyor.
Denetimci memur "Yine 12 numaraya git" deyince bir hüzün çöktü içime.
- Ooo gazeteci, gel gel..
- Çare yok ki. Oturdum yine. Şansızlığa bakın ki tuvaletim geldi...
- Bak aslanım, ben şimdi tuvalete gidip hemen dönüyorum.
- Rahatına bak.
Birkaç dakika sonra döndüğümde memur çoktan firar etmişti. Haydi yine kapı kapı dolaşma faslı.
- Gel hadi gel şu işi bitirelim.
- Acelen ne ya?
- Üç saat sonra araba mezarlığı kapanıyor. Yolum uzun.
- Yetişirsin.
Gümrükten çıktığımda işlerini halletmek için gelen benden başka ya iki ya üç kişi vardı. Hepimizde aynı bezgin yüz ifadesi.
Atina trafiği ile boğuşup 25 kilometre mesafedeki araba mezarlığına geldiğimde normal iş gününü hatırlatan hiçbir şey yoktu.
- Arabamı teslim etmeye geldim.
- Hoş geldin otur.
İlgili memuru beklemekle geçen vaktin farkında değildim. Sigara içmek için dışarı çıkayım dedim.
- Otur burada iç ya...
- Burası devlet dairesi ne bileyim.
Beklediğim memur nihayet geldi. Bu defa da işlemleri yapması için bekleme faslı başladı. Sonra arabanın yanına gittik. Bir memur daha geldi. Biri söylüyor, öteki yazıyor.
- Ön sağ far kırık.
- Ön sağ far kırık.
- Arka tampon ezilmiş.
- Arka tampon ezilmiş.
Mesai bitti ve araba mezarlığı kapandı. Benim işlemler daha bitmedi. Adamlar sürekli konuşuyor.
- Mehmet Ali Birand büyük gazeteci.
- Yabancı Damat dizini Türkiye’de de çok mu seviliyor?
Nihayet son evrak da tamamlandı. Sultanıma şöyle bir baktım. Hani hiç yormamıştı onca yıl da, ayrılırken canımı bezdirdi.
Otobüse binip Atina’ya dönerken Ege’nin iki yakasında benzerliklerin kesinlikle sadece cacık-tzatziki ve köfte-keftedes ile sınırlı kalmadığını düşünüyordum!