Andreas Vgenopulos 55 yaşında ve Yunanistan’da bu dönem en çok konuşulan isim. Babası deniz kuvvetlerinden emekli. Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra deniz hukuku üzerine ihtisas yaptı.
Birkaç tanınmış avukatın yanında staj gördü ve 1983’te ilk ofisini açtı. Adını ilk kez 1997’de Atina Borsası’nda büyük paralar kazandığında duyurdu. Banka kurdu (Marfin Bank), yabancı yatırımcılar buldu. Allah da "yürü ya kulum" deyince bugün ülkenin en büyük yatırım şirketi haline gelen Marfin Investment Group’u (MIG) kurdu.
Balkanlar’da, Türkiye dahil her yerde yatırımları var. Rusya’da, Ukrayna’da da öyle. Bankacılık, sağlık, turizm, gıda, telekomünikasyon, denizcilik ve daha pek çok sektörde peşpeşe büyük atılımlar yaptı. En büyük özelliği, cebindeki nakit para. Dubai’den gelen 5.2 milyar Euro sayesinde, ne satılıyorsa bu diyarda alıyor.
Onu tanıyanlara göre "sadık dostları ve amansız düşmanları" var. Gençliğinde eskrimciydi. 1972 Münih Olimpiyatları’na katılmıştı. Dostları için iş hayatında da aynı taktiği uyguluyor: Hücum. Beklenen sonucu getirmedi mi? Yeniden hücuma hazırlanmak için savunma...
Evli ve üç çocuk babası Andreas Vgenopulos’un yaşamı son derece sakin. Davetlerde, eğlence yerlerinde pek görünmez.
Gelelim bu başarılı işadamının "günün adamı" olmasının ve siyaset ile medya dünyası tarafından yaylım ateşine tutulmasının nedenine.
MIG’in proföyünde, Yunan Telekomünikasyon Şirketi (OTE)’nin yaklaşık yüzde 20 hissesi de vardı. Yunan hükümetinin, yüzde 4.5 hisse ile birlikte OTE’nin yönetimini Alman Deutsche Telekom’a verilmesini kararlaştırması üzerine, hisselerini değerinin çok üzerinde Almanlar’a sattı. Parasına para kattı Vgenopulos.
Anamuhalefet lideri Yorgo Papandreu ile Sol Koalisyon Partisi’nin 33 yaşındaki genç lideri Aleksis Çipras’ın, OTE’nin satışında karanlık noktalar bulunduğunu söyleyerek, kendisine ve sahibi olduğu MIG şirketine suçlamalarda bulunmaları üzerine, bu iki politikacı aleyhinde 2 milyon Euro’luk tazminat davası açmaktan çekinmedi.
Evet, bir işadamı politikacılardan tazminat istiyor.
"Ben deli değilim. Sistemi de çok iyi biliyorum. Ancak, yanımda 52 bin kişi çalışıyor. Patronları için sahtekarlık ya da kara para gibi iftiralar duymalarını istemiyorum. Siyasette de söylenebilecek sözlerin sınırı vardır. Ben paralarını şirketlerime yatıran hissedarların hizmetçisiyim. Siyasetçiler de halkın hizmetçisi. Bana saygı göstermeleri gerek" diyen Vgenopulas, davalardan vazgeçmek için kendisinden resmen özür dilenmesini istedi.
Medyayı da karşısına almaktan çekinmedi. Aleyhinde yayın yapan Yunan Star Televizyonu’na tam 150 milyon Euro’luk tazminat davası açtı.
Star televizyonunun sahibi, bu ülkenin en zengin ailelelerinden olan petrolcü Vardinoyanis’ler. Bu aile aynı zamanda Yunanistan’ın üç büyüklerinden Panatinaikos’un da sahibi. Vgenopulos şimdilerde bu kulübü de satın almak için uğraşıyor.
Eh Papandreu, Çipras muhalefetin sesleri, dolayısıyla Vgenopulos "iktidarın adamı" söylentileri dolaştı başkentte doğal olarak.
Ne gezer...
Daha geçenlerde OTE’nin satışı ile ilgili parlamento komisyonunda ifade verdiğinde, "Ben bu işten büyük para kazandım. Ama devlet çok şey kaybetti. Almanlar’a sürülen bütün şartları ben de kabul ettim ama OTE’yi bana vermediler" deyince işin öyle olmadığı anlaşıldı.
Siyaset kulislerinde Yunanistan’da "bir Berlusconi doğuyor" dedikoduları dolaşıyor. "Siyaset benden uzak" diyor Vgenopulos ama belli mi olur?
Her şeye rağmen şanslısınız
Mevsimlerden bahardı, yaz kapıda. Sıcak-serin bir mayıs gecesi, İstanbul sokaklarında bilmemkaçıncı kez kaybolduğumda, karşıma çıkan salaş meyhanenin kapısında "Ahırkapı Balıkçısı" yazıyordu.
Dün gibi hatırlıyorum. Beş, bilemediniz altı masa vardı sokakta. Vakit geçti, biri boştu oturdum. Meyhanenin içine baktım. Dört beş masa daha. Lakerda, beyaz peynir ve bir iki mezenin sergilendiği dolap. Hepsi bu. Ha bir de yanda bir kapı. Orada bir usta, hem balık pişiriyor, hem meze hazırlıyor, hem bulaşık yıkıyor adamcağız.
"Ahırkapı Balıkçısı"nın sahibi, garsonu ve "halkla ilişkiler uzmanı" 60 yaşlarında biri. İlk bakışta "kimbilir kaç tanker rakı içmiştir bugüne kadar", ikinci bakışta da "kimbilir kaç tanker rakı içirtti bugüne kadar" diye düşündüren biri. Son derece nazik, son derece iyi niyetli. Roma takviminde içinde "R" harfi olmayan aylarda balık yenmez (mayıstan ağustos sonuna kadar) kuralının, küçük olta balıkları için geçerli olmadığına inandığımdan istavritte karar kıldım.
Muhteşem bir lakerda, beyaz peynir ve çoban salatayla donatılan masamda demlenmeye başladım. Tam yanımda bir çift oturmuş. Kadın sürekli işinden bahsediyor. Erkek tahammül ediyor. Aralarında pek de masum olmayan bakışlar gecikmiyor. Hangi renk gözden çıkarsa çıksın o kaçamak, o eşssiz bakışlar. Arka masada kalabalık bir grup. Yarısı yabancı. Herhalde muhhabet erken başlamış olsa gerek ki, İngilizce’nin yavaş yavaş eksildiğini algılıyor kulaklarım. Türkler aralarında şakalaşıyor. Kadın kahkahaları yükseliyor.
Önümdeki masada da orta yaşlarda üç erkek. Hoş sohbet, içiyorlar.
Karşımda bir bakkal dükkanı. Kimbilir kaç saat sokakta oynamaktan yorulmuş çocuklar meşrubatın tadını çıkarıyorlar gül.erek.
Gökyüzünde yıldız savaşı mı vardı ne? Meyhanedeki kasetçalardan Zeki Müren’in sesi geliyordu: İnleyen nağmeler, ruhumu sardı...
O ortamda tek başına oturan biri için cep telefonu vazgeçilmez bir icat. Ancak, dikkatli olmakta da yarar var. Çünkü, parmaklar bazen daha sonra pişman olabileceği bir numarayı çevirebiliyor. En iyisi, en sağlamı benden fazla İstanbul aşığı ablam Eli’yi aramaktı. Koskoca bir yıl içinde topladıklarını, her yıl eylül ayında 15 gün içinde İstanbul’da harcayan Eli’yi:
- Abla her şeyi bırakıp gel ya buraya.
- Afiyet olsun sana. Üç ay sonra oradayım.
Nar gibi kızarmış beş-altı istavritin olduğu tabak geldiğinde, keyfim hani derler ya çakırdı.
Önümdeki masada oturan üç erkek hesabı istediklerinde, meyhanenin sahibi-garsonu-halkla ilişkiler uzmanı şöyle bir baktı yenenlere içilenlere ve "100 lira yeter" dedi. Onca yıldır Atina’da yaşıyorum, onca yer gezdim böyle hesap işi görmedim. Çok hoşuma gitti.
Vakit geceyarısına yaklaşıyordu. Yan masadaki çift susmuş, sadece gözleriyle konuşuyordu. Yabancıların olduğu grup uykuya gitmişti. Bakkal kepenkleri indiriyordu. Gökyüzünde yıldızlar birbirlerine nispet yapıyordu.
- Hesabı rica edebilir miyim?
- 40 lira yeterli.
Taksiye binip bu güzelliğe son verecek kadar acımasız değilim. Sokaklara daldım yine. Önünde lüks arabaların beklediği bir başka balıkçı meyhanesinin (Giritli) önünden geçtim. Birkaç metre mesafe sadece ve iki ayrı dünya.
Türkiye’nin gündemini yakından takip etiğime inanıyorum. Evet, sorunlar çok. İnsanların çektiği sıkıntıları da biliyorum. İstanbul’dan ibaret olmadığının da bilincindeyim Türkiye’nin.
Ancak her şeye rağmen, insan ilişkilerinin dimdik ayakta durduğu, duyguların hálá çok değer taşıdığı, renk cümbüşü bir ülkede yaşadığınızdan, inanın çok ama çok şanslısınız.