‘Os tin akri tu uranu’yu (Gökyüzünün ucuna kadar) ilk kez geçen yaz Atina’dan 200 kilometre mesafede iki küçük otel, bir bar-kafe, iki de balıkçı tavernasının dışında sadece uçsuz bucaksız denizi ve küçük bir sahili olan Nea Epidavros köyünde, gün boyu sıcaklığını bahşeden güneşin artık dinlenmeye çekilmek için hazırlandığı bir vakit dinledim.
Pek de iyi bir dönemim değildi. Pazartesilerin pazarlardan çok daha fazla olduğu dönemlerimdendi...
Ses uzaktan geliyordu ama tanıdıktı.
‘Dalga, al beni onun yanına götür’ diyordu Haris; ya da pohpohlayıcı adıyla Harula Aleksiu. Öylece kalakaldım. Yüzde 100 rock ‘Fazla beraber olmak öldürür’ün ilk notaları kulağımı okşadığımda ise o bar-kafenin garsonuna ‘Açın şunun sesini biraz’ dedim.
‘Zaman aşkımızı dondurdu/ Bir zamanlar şaka olsun diye söylemiştin/ Fazla beraber olmak aşkı öldürür/ Öpücüğümüzü dondurdu/ Bizi de öldürdü’ diyordu bu diyarın gelmiş geçmiş en büyük, en içli, en yürekli sesi.
Biraz deniz, biraz gün batımı, biraz halden anlamayan sevgili, biraz o dönem iyi gitmeyen işler, hepsi bir aradaydı işte. Harula’nın şarkıları peş peşe çalıyordu ve bir sonraki bir öncekinden daha mükemmelmiş gibi geliyordu.
HARULA İLE DÖRT MEVSİM GEÇTİ
Atina’ya döndüğümde ilk işim CD’yi almak oldu. Harula, Nea Epidavros’taki ‘mucizeyi’ dört duvar arasında da aynen tekrarlıyordu!
‘Beni herkesten iyi tanıyorsun/ O garip seyahatleri sen de yaptın/ İstediğinde beni bulman çok basit/ Bugün de bu tenha şehirde yine beni buldun/ Yanına al beni/ Paltonun içine gizle/ Kendi bedenin yap/ Ta beynin uç hücresine kadar, ta gökyüzünün ucuna kadar’
Evlat edindiği çocuğun askerlik çağına geldiğini, yaklaşık 35 yıldır da sahnede şarkı söylediğini düşünürsek, yaşını artık siz kestirin. Her kelimeye ayrı bir anlam kazandıran sesinin hálá bu kadar etkileyici olmasının belki de teknolojiyle ilgisi bulunduğundan şüphe ederek, Harula’yı geçen kış bir değil, iki kez izlemeye gittim.
Aynı ses, aynı büyü... Kulaklar dinledikçe, gözler Harula’nın ne fazla kilolarını, ne de ilerleyen yaşının izlerini görüyor. Gözler, sadece sanatçının bütünlüğü üzerinde odaklanıyor: ‘Hiçbir şey dün gibi değil/ Bir gün sonra sen hiçbir yerde yoksun/ Bir gün sonra ben bir gölge/ Ey kalbim, aşksız nereye gidiyorsun.’
Geçen yazdan bu yana tam dört mevsim yaşadık Harula’nın şarkılarıyla. Bilemiyorum Türkiye’de benzeri var mı ama Harula’nın bu albümü iki yıl üst üste en iyi müzik yapımı ödülünü aldı. Onlarca müzikhol ve yüzlerce, binlerce barın olduğu Yunanistan’da müzik hatırı sayılır bir sektör. Onca şarkının Türkçe’ye çevrildiğini düşünürseniz, sektörün boyutlarını daha iyi tahmin edebilirsiniz. Her yıl sayısız şarkı yazılıp bestelenmesine rağmen, Haris Aleksiu’nun ‘Gökyüzünün Ucuna Kadar’ı geçen yılın da, bu yılın da en iyi çalışması seçildi.
SIRRI, YENİLENEN HAYRAN KİTLESİ Mİ?
O her zamanki mütevazılığı ve ciddiliği ile ödülünü almak için kürsüye çıktığında şarkılarında nasıl hayatı ve aşkı basit kelimelerle anlatıyorsa, başarıyı da öyle basit anlattı: ‘Ben’ dedi Harula ‘bu çalışmanın neden tuttuğunu ilk başlarda anlamıyordum’; ‘Ben’ dedi Harula ‘dalgaya seslenerek beni yanına al diyordum, millet gidip kaseti alıyordu. ‘Ben’ dedi Harula ‘beni kucağına al diyordum, millet gidip kaseti alıyordu.’
Salonda alkış koptu.
İhtiyarı, orta yaşlısı, genci, hatta çocuğu bile dinliyor, seviyor Harula’yı buralarda. Sanırım başarıdaki sırrı, her çalışması ile özellikle genç kesimden yeni hayran kitlesi oluşturmayı bilmesi. Sırrı ise, her on yılda bir, profili farklı bir hayran kitlesine sahip olabilmesi.
Harula, Sezen Aksu ile 1999 depremi sonrası Atina ve İstanbul’da verdiği konserlerle Türkiye’de de tanındı. Tanrı belki de tek bir haksızlık etti sanatçıya. Yunanistan’da değil de sözgelimi Fransa’da kariyer yapsaydı yeni bir Edith Piaf olabilirdi.
Büyükanıt’ın ziyareti
Siyasetten pek bahsetmeyeceğiz demiştik ta en başından ama bazı şeyleri yazmadan da edemeyeceğiz.
Muhtemelen okumuş veya duymuşsunuzdur; geçtiğimiz günlerde Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Yunanistan’ı resmen ziyaret eden ilk Türk Kara Kuvvetleri Komutanı olarak önce Atina ardından da Selanik’teki temaslarında bir çok ilke imza attı.
Artık, yalnız siyasetçiler arasında değil, askerler arasında da kurulan dostluklardan söz edebiliriz.
Orgeneral Büyükanıt açıklamalarında bir ilk adımın atıldığını defalarca vurguladı. Yunanlı muhatabı Korgeneral Nikolaos Duvas’ın ev sahibi olarak kendilerini en iyi şekilde ağırlamak için adeta çırpındığını söyledi. Ziyaretinin sonuçlarının da beklediğinden daha tatmin edici olduğunu belirtti.
İkili görüşmelerde neler konuşuldu bilmiyoruz elbet ama Orgeneral Büyükanıt’ın Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Nikolaos Duvas ile Selanik’teki Kara Harp Akademisi’nde bir mola sırasında bir sigara tüttürmeleri vardı ki -onca yıl bu işin içindeyiz izin verin bu kadarını söyleyebilelim- kurulan yeni bir dostluğun bariz işaretiydi...
Ancak, Korgeneral Duvas’ın neredeyse hiçbir açıklama yapmaması dikkatimizi çekti.
Geçtiğimiz günlerde muhtemelen bu ziyaretle ilgili haberleri okumuş veya duymuşsunuzdur dedik az önce. Peki, Yunan kamuoyu bu ziyaret hakkında ne okudu? Ne duydu?
Hemen hemen hiçbir şey! Orgeneral Büyükanıt’ın bize göre tarihi sayılabilecek açıklamaları nedense Yunan gazete ve televizyonlarına pek yansımadı. Yunan medyasındaki tablo şöyleydi: ‘Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Yunanistan’a geldi ama Türk savaş uçakları Ege’deki ihlalleri sürdürdü.’
Büyükanıt ziyaretini izleme furyası içinde gözümüzden kaçmış olan gazete veya televizyon haberleri olabilir elbet ama biz bunu gördük, bunu yazıyoruz.
Yunanistan’da asker pek konuşmaz, hatta hiç konuşmaz. Sözgelimi kuvvet komutanları ya da genelkurmay başkanları ancak görev süreleri sona ermek üzere iken, bir, bilemediniz iki demeç verir. İstisnalar olmuştur ama bu kaide bozulmamıştır.
Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı’nın suskun kalmayı tercih etmesinde, ileriki bir yazımızda nedenlerini anlatmaya çalışacağımız medyanın tutumunun da etkisi var denilebilir.