"Kırmızı mektep" diye bilinir İstanbul’da. Fener’de, patrikhanenin arka sokaklarında, tepede bir yerde. Dik mi dik bir yokuş, sonra da dik mi dik bilmem kaç basamak. Fener Rum Lisesi’nden bahsediyorum, Yunanca adıyla "Megali Tu Genus Sholi" yani "Soyun Büyük Okulu"ndan.
İstanbul’daki yıllarımda Beyoğlu’ndaki Zoğrafyon Rum Lisesi’nde okuduğumdan, Fener Rum Lisesi’ne hiçbir zaman iyi gözle bakmadım. O zamanlar iki okul da karma değildi. Sadece erkek öğrenciler vardı. Fener Lisesi’ndeki öğrenciler, biz Zoğrafyonlular için "hafız" idiler, "muhallebi çoçukları" idiler. Olur ya yolları Taksim’e düşse, hele hele bizim "mıntıkamızdaki" Zappion ve Kentrikon liselerinden bir kızla flört mört etseler öfkemizden, şiddetimizden kurtulmaları nadirdi. Fener’de bir de "İoakimion Rum Kız Lisesi" vardı. Biz de oraya karışmazdık.
Hiç unutmam, Yeşilköy’de her yıl oynadığımız geleneksel futbol maçlarında kavga eksik olmazdı. Aslında bu iki erkek okulu arasında biraz da "sosyal sınıf farkı" mevcuttu. Üç beş kuruşu olan aile, çocuğunu Zoğrafyon’a gönderirdi.
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in Türkiye ziyareti programında yer aldığı için Fener’deki okula ilk kez ta bu yaşımda gittim.
Gitmeden önce de göz attığım tarihi ile ne yalan söyleyeyim utandım. İstanbul’un fethinden sadece 1 yıl sonra yani 1454’te kurulmuş. Şimdiki binanın temeli 1880’de atılmış, 1882’de açılmış. Okul buram buram tarih kokuyor. Merasim salonundaki tavan, merdivenler, her yer "biz onca yıl buradayız" diyorlar adeta.
18. ve 19. yüzyıllarda "Yunan dilinin kaynağı" sayılan bu okulda, toplam öğrenci sayısı 55, öğretmen sayısı da 12.
Karamanlis için düzenlenen mütevazı merasimde, ilkokula giderken hatırladığım, o zamanlar soyadı Özkoç olan Dimitra ile karşılaştım.
Lisede okul çıkışı, akşam çalıştığım Tophane’deki köfteciye gitmeden önce, iki ilkokul öğrencisine ders verirdim. Dimitra da öğrencimdi. Çarpmayı, imlayı öğretebilmek için ne çektim bir ben bilirim. Oğlu şimdi 25 yaşında, kızı da Fener Rum Lisesi’nde öğrenci.
-Kızına oku diyor musun?
-Evet.
-Bakacağız, anne kız sınavdan geçeceksiniz.
Bir ara merasimde en iyiyi vermek için çırpınan öğrencilere baktım. İnanılması güç ama Zoğrafyon Lisesi’ndeki öğrencilerle kıyaslarsak hálá "muhallebi çocukları". Bazı şeyler nasıl da değişmiyor.
Merasimin en güzel esprisini, Zoğrafyon Lisesi Müdürü Yanis Demircioğlu yaptı. Oturmuş Başbakan Karamanlis’e, Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’ye, Devlet Bakanı Teodoros Rusopulos’a ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Petros Dukas’a mezuniyet diplomaları hazırlamış. Karamanlis’i kürsüye davet ettiğinde, kulağına bir şeyler fısıldadı. O anda kimse bir şey anlamadı tabii. Ardından "Sayın Başbakan, diplomayı vereceğim ama bir sorum olacak. Zoğrafyon Lisesi ne zaman kuruldu?" deyince, Karamanlis heyecanlı öğrenci gibi "1863’ dedi. Sevgili Yanis "duyamadık bir daha" dediğinde de Karamanlis kararlı bir ses tonuyla "1863" diye bağırdı.
Dışişleri Bakanı Bakoyani’yi de bir soru bekliyordu: "Zoğrafyon Lisesi’ni kim kurdu?" Bakoyani bence en büyük silahı olan tebessümü ile "Tabii ki Hristaki Zoğrafos" cevabını verdi. Sevgili Yanis sağolsun, Yunan Dışişleri Bakanı’nın da kulağına eğilip fısıldamıştı önceden.
Fener Rum Lisesi’nin, Kırmızı Mektep’in, Soyun Büyük Okulu’nun dik yokuşunu inerken Haliç karşımda. Nasıl da kapılmışım okulun havasına, nasıl da yıllar öncesine dönmüşüm. O zamanların bir şarkısını mırıldanmaya başladım. Bazen Elmadağ’daki diskoteklerde, öğle vakti kız arkadaşlarımıza sıkı sıkı sarılarak, bazen de okulda şamata yaparken erkek erkeğe ama aradan tren geçebilecek mesafede dans edip söylediğimiz bir şarkı.
İki yıl önce bu vakitler kıyamet kopuyordu buralarda. Ülkenin başbakanı, dışişleri, içişleri, savunma bakanları, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları dahil en az 100 kişinin cep telefonlarının dinlendiğinin ortaya çıktığı "telekulak skandalı" patlamıştı.
Sözkonusu kişilerin cep telefonları her çaldığında ya da arama yaptıklarında, kime hizmet ettikleri meçhul bazı hazır kartlı cep telefonları "paralel telefon" gibi devreye giriyor ve konuşulanları bilgisayarların hard disklerine kaydediyorlardı.
Hükümet çıkıp skandalı bizzat ihbar etti. Hatta 10 ay süreyle gizli soruşturma yaptığını ancak bir sonuca ulaşamadığını itiraf etti.
Sonra suçlu arayışına başlandı. Medya, ilk şok yaşanırken ABD’yi, İsrail’i, Yunan "derin devleti"ni, istihbarat teşkilatını suçladı. Üstelik aynı günlerde, skandala adı karışan GSM operatörü firmanın bir üst düzey yetkilisinin, evinde kendini asarak intihar ettiği haberi ile iş iyice arapsaçına döndü.
Emekli telekulakçılar televizyonların müdavimleri oldular. Telefon görüşmelerinin nasıl dinlendiğini, tezgahın nasıl kurulduğunu anlatıyorlardı.
Vatandaş duyduklarından, okuduklarından sonra telefonla konuşmaktan korkar hale gelmişti. Tabii meselenin "ti" yönü de vardı. Hatırlıyorum da, bir radyo istasyonu her saat başı haber bültenine girmeden önce şu spotu yayınlıyordu: "GSM operatörü dinleme servisine hoşgeldiniz. Tek bir kişinin telefonunun dinlenmesini istiyorsanız 1’i, toplu dinleme istiyorsanız 2’yi, güvenli bir telefon görüşmesi yapmak istiyorsanız 3’ü tuşlayın... Biiippp (3 tuşlanıyor.) Üzgünüz, bu servisimiz devre dışıdır!"
Skandal adalete intikal ettirildi. Savcılar aylarca onlarca kişinin ifadesine başvurdu. Parlamentoda soruşturma komisyonu kuruldu. Sonrası sessizlik... Sonrası her şey unutuldu... Geçenlerde de gazetelerin iç sayfalarında bir haber:
"Telekulak skandalı dosyası, suçlular, hatta şüpheliler bile bulunamadığından Adalet Bakanlığı arşivine kaldırıldı."
Tarihin tozlu rafları bir kez daha hükümdar...
Devletlerde rastlanan bir gerçek aslında.
Suç bazen cezasız kalıyor.
Rumlar sandık başına gidiyor
Kıbrıslı Rumlar, 17 Şubat’ta sandık başına gidiyor. Rum Yönetimi’nin yeni liderini seçecekler. Seçilme şansı bulunan adaylar, bugünkü lider Tasos Papadopulos ve onu 2003 yılında iktidara getiren komünist AKEL Partisi’nin Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas ile merkez sağcı DİSİ partisinin adayı, Dışişleri eski Bakanı Yianakis Kasulidis.
Sandıktan çok büyük bir sürpriz çıkmazsa, üç aday da yüzde 30-32 civarında oy alacak. Anketlerin tümü bu yönde. Seçimlerin birincisini, ikincisini ve üçüncüsünü çok az oy farkı belirleyecek. Dolayısıyla oy kullanmak için Atina, Selanik, Londra ve ABD’den Güney Kıbrıs’a gidecek Rumlar pek kıymete bindi.
Rum kesiminde gün geldi seçimleri sadece 1.800 oy fazla alan aday kazandı. Gün geldi liderliği kıl payı kaçıran aday "Bilsem birkaç uçak daha kiralardım" itirafında bulundu. Bu yüzden siyasi partiler bedava uçak biletleri dağıtıyorlar bu dönem.
Adaylardan hiçbiri yüzde 50 artı bire yaklaşmadığından, en çok oyu alan iki aday 24 Şubat’ta yeniden boy ölçüşecek.
Bugüne kadar seçim kampanyası sakin geçti. Son viraja girilirken adaylar Kıbrıs sorunu için politikalarını anlattılar. Burada da aralarında öyle büyük mesafeler yok gibi. Tabii konjonktür değişirse ne olur? O başka.
Kıbrıs konusunda 2003 yılından sonra yaşananları düşünüyorum da, üç aday için de aynı soruyu sormadan edemiyorum: