Turistler toplanırdı, dürbünle karşıya bakardı. Adanın ikiye bölünmüş olmasının "sembollerinden" biriydi Lokmacı Kapısı.
Kıbrıs’ta 1956’dan beri onca olaya, onca kan dökülmesine şahit olan ve bu yüzden de kimileri için "ölüm mili" diye adlandırılan "Uzun Yol", yani Lefkoşa’nın tarihi çarşısında, insanları tam 45 yıl ayıran o duvar artık yok.
Gazetelerde okuyorum, anlaşmazlık çıkmış, Rumlar kapıyı bir iki saatliğine kapatmış sonra yine açmış. Hiç mi hiç ilgilendirmez. Ben şu iki fotoğrafa bakarım.
Tarih, Kıbrıs’ta 3 Nisan 2008’de Türkler ile Rumları ayıran bir duvarın daha yıkılmasından bahsedecek.
Tabii geçişleri BM Barış Gücü denetliyor, kimlik, pasaport gösteriliyor. Olsun, gün gelir bu da geçer.
Öğrendiğim kadarıyla, cesur bazı Rum işadamları zaten "Yeşil Hat" yakınında terk edilmiş ve enkaza dönüşmüş binaları satın almaya başlamışlar. Bir armatör, alışveriş merkezi açacakmış. Kıbrıs’a asker olarak gitmiş ve orada kalmış bir Yunanlı ise "Yeşil Hat"a 50 metre mesafede "Karvunomagiremata" (geniş anlamda Mangal Lezzetleri) adlı bir mekan açmış.
Lokmacı, Kıbrıs’ın en pahalı yeri olursa hiç şaşırmayın. Hatırladığım kadarıyla, 2005 sonlarıydı ve Lokmacı Kapısı’nın açılması gündeme gelmişti. Yok üstgeçit yapıldı, yok üstgeçit yıkıldı, yok sen 10 metre uzakta, yok ben 20 metre yakında kavgası yaşandı. İki toplumun yakınlaşmasını duymak bile istemeyen Rum Yönetimi’nin eski lideri Tasos Papadopulos, her güçlüğü fırsat sayıp açtırmamıştı bu kapıyı.
Yeni lider Dimitris Hristofyas ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 21 Mart’taki ilk buluşmalarında bir nefeste aştılar zorlukları.
İlk gün çıkan anlaşmazlık eğer 1 saat içinde çözüldüyse iyiye işaret.
Kıbrıs sorunu elbet çözümsüz ve dimdik ayakta. Elbet iki tarafın "federasyon" derken, "eşitlik" derken kastettikleri şeyler farklı. Elbet, Annan Planı gibi büyük bir fırsat kaçırıldı. Yeni bir çözüm planı ortaya çıktığında da görüş ayrılıkları, suçlamalar tavan yapacak elbet.
Ancak, Ledra Caddesi’nde yürüyüp, beton duvarın üstündeki tellerden "karşıyı" izlemeyi "müze ziyareti" sayan turistlerden özür dileriz.
O şov bitti. O duvar yıkıldı.
5 çayı Tuhaf, çok tuhaf
En yakınken en uzak,
Senin bir sevgilin var,
Muhtemelen benim de olacak,
Gizli bölmelere
Saklamış gibiyiz,
Bütün yaşananlar,
Biter mi... bitince aşk?..
Olur da yolun düşerse
Bir kahveye uğra derim,
Ya da beş çayına.
Bir yudum sohbete beklerim...
Çok ayıp mı olur?
Yakışık almaz mı davetim?
Bu kadar zor mu her şey?
Canımın içi seni çok özledim...
Ben de uzun bir yola gittin farzederim
Kandırırım kendimi ne yapayım...
Bütün hatıralarıma da saygılar arzederim
Ama unutur muyum asla, niye unutayım"
Atina’nın vitrini Kolonaki meydanında, yağmurlu bir çarşamba, genç bir kadın kulağıma fısıldadı bu mısraları. Sonra da ağır başlayan, nakaratında yükselen melodiyle.
Genç kadın, Ziynet Sali... Kulağıma fısıldadığı şarkı "5 Çayı" Söz ve müzik... eh başka kim olabilir? Sezen Aksu.
Damardan veriyor desem yeterli mi? Öyle ki Yunanistan’ın ünlü söz yazarlarından Sofi Papa, "5 Çayı"nı dinler dinlemez kalemi alıp Yunanca sözler yazdı. Bakalım hangi Yunan şarkıcı seslendirecek Sezen’in yeni şarkısını.
Ziynet her adımını dikkatli atıyor. Gırtlağı iyi, organizatörü iyi. Her çalışması bir öncekinden kaliteli. CD’si piyasaya ne zaman çıkacak bilmiyorum. Bildiğim, Sezen Aksu klasiklerinden "Ah İstanbul’u" da Yunanca okuyacağı.
Ziynet’in sesinden "5 Çayı"nı ilk dinleyenler arasında olmak mutluluktu benim için. Yıllar önce Yunanistan’ın gelmiş geçmiş en büyük sesi Haris Aleksiu ile birlikte konser vermek için Atina’ya geldiğinde tanıştığım Sezen Aksu’ya "Ya şarkılarınızla aşık oldum, şarkılarınızla ayrılıklarımın tadını çıkardım" dediğimde, cevabı "Aşk, benim işim bu" olmuştu.
Kaç bahar geçti, hálá Sezen Aksu’nun şarkılarını dinliyorum ve hálá "işini yapıyor" Sezen Aksu.
Kabahat Çinlilerde"Siparişinizle, şirketimizin yeni bir elemanı ilgilenmişti. Çok üzgünüm ancak elemanımız büyük bir hata yaptı. Saf L-tyrosine maddesi yerine, henüz araştırma aşamasında olan bazı başka maddelerin de bulunduğu L-tyrosine harmanı gönderdi. Bu yanlışlık için özür dileriz. Siparişinizi yeniden göndereceğiz. Saygılarımla Sou Lee."
Merkezi Şanghay’da bulunan Auspure adlı bir firmadan, Yunanistan’a gönderilen ve hiçbir şekilde yasal belge teşkil etmeyen bu e-mail, Atina’da kopan yeni doping skandalında kimse pek "ay canlarım, yanlışlığa kurban gitmişler" demedi.
Dünya Halter Federasyonu ve Dünya Anti-Doping Ajansı’ndan (WADA) uzman bir heyet, Pekin’deki Olimpiyat Oyunları öncesi şubat ayında gizlice Atina’ya gelip, Yunanistan’a onca Olimpiyat, onca Dünya ve Avrupa şampiyonlarında madalyalar kazandıran ve "dream team" (rüya takımı) diye bilinen halter mili takımının hazırlıklarını yaptığı kampı "basarak" 13 sporcuyu doping testinden geçirdi.
Malum sporcuların kullanması yasak ilaçlar, müsabakalardan 3-5 ay önce kullanıldığında hem işini yapıyor, hem de müsabakalar sonrası tahlillerde iz bırakmıyor. Dünya Halter Federasyonu da, WADA da bu durumu bildiklerinden doping kontrollerini uluslararası müsabakalara 3-5 ay kala yoğunlaştırıyor.
Geçenlerde WADA’nın açıklaması Yunan başkentinde bomba gibi patladı. İdrar örnekleri alınan erkek ve kadın 13 milli halterciden 11’i dopingli çıktı. Bir diğer deyişle Yunan Halter Milli Takımı’ndan sadece 2 sporcu temiz çıktı.
Türkiye’deki doping skandallarından biliyorsunuzdur, sporcular çıkıp "yasak ilaç kullanmadık", yöneticiler ve teknik kadro da "yasak ilaç kullandırmadık" dediler.
Gözler, 1990’lı yıllardan beri Yunan Milli Takımı’nın başantrenörü olan İstanbullu Rum Hristos Yakovu’ya çevrildi. O bir şey demeden istifasını sundu. Federasyon, mesele aydınlanıncaya kadar kızağa çekilmesini tercih etti.
Yakovu’nun avukatı, yukarıdaki e-mail’i "kanıt" göstererek "Suç Çinlilerde. Yanlış ilaç göndermişler. Nereden bilebilirdik?" deyiverdi.
Kim inandı, o başka mesele...
Gümrük belgesi ve fatura bulunamadığından ilaçların Yunanistan’a yasal yollardan gelmediği de anlaşıldı.
Yunan Halter Milli Takımı, görünen o ki Pekin Olimpiyatları’ndan başlayarak en az 2 yıl uluslararası müsabakalardan men cezasına çarptırılacak.
"Koskoca bir takım dopingli çıkarsa, mutlaka ilaçlar karışmıştır" diye bir Çin atasözü bilmiyorum. Buna karşı "Gerçek ortadadır. Yalanı bulmak, uydurmak gerekir" diye bir Çin atasözü var.
Simi’nin keçileriTakdime gerek yok sanırım Simi’yi (Sömbeki) biliyorsunuz. "Yabancı Damat" dizisinde Niko ile Nazlı’nın tanıştıkları şu canım adayı. Yazları kartpostalı anımsatan limanındaki Türk tekneleri ile ünlü Simi’yi.
Ada halkı dertli mi dertli bu zamanlar. Simi, 15 bin civarında evsiz barksız dağ keçisinin istilasına uğramış adeta. Karınlarını doyurmak için kurak dağdan yerleşim bölgelerine inip ne bulsalar yiyorlar. Daracık sokaklarında adanın, köpek veya kediden çok dağ keçisi volta atıyor.
"Ne çiçek kaldı ne de yeşil. Çöplüklerde bile bir şey kalmadı" diyor ada sakinleri. Deniz Ticaret Bakan Yardımcı Panayotis Kamenos, eşi ile Simi’yi ziyaretlerinde, dağ keçilerinin kötü niyetlerinden epey zor anlar yaşamışlar. Belediye Başkanı Elefterios Papakaludakis ile Metropolit Hrisostomos’u çağıran bakan yardımcısı, "Yahu bu ne böyle, bir çare bulalım" demiş.
Ancak Belediye Başkanı "Hay hay... İşte size proje. Keçileri, yerleşim bölgelerinden uzak bir alanda tutabiliriz. Maliyeti 600 bin Euro" deyince çark etmiş hemen: "Tamam bir şeyler verelim ama bu kadar parayı bulamam".
Bakan yardımcısının çözüm arayışından habersiz keçiler, nüfusu 2 bin civarındaki Simi’de nisan güneşinin tadını çıkarıyor.