Paylaş
Türkiye’de ve KKTC’de istendiği kadar aksi söylensin, Kıbrıs Rum Kesimi’nde ve Atina’da resmi görüş, 1974 Kıbrıs olaylarında 1619 kişinin kaybolduğu ve akıbetlerinin bilinmediğidir. Buna karşı, resmi Türk görüşü 1963-1974 döneminde 803 Kıbrıslı Türk’ün kaybolduğudur.
“Kayıplar” Kıbrıs sorununun bir parçasıdır. Onca yıl müzakerelerde hep gündeme gelmişti ve hatta bir araştırma komisyonu bile kurulmuştur.
“Kayıp” oldukları söylenen Rumların aileleri örgütlenmiştir-örgütlendirilmiştir. Yabancı bir devlet adamı ne zaman Lefkoşa’nın güneyine gitse, ellerinde “kayıp” çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin fotoğraflarını taşıyan siyahlar içine bürünmüş yaşlı kadınların gösteri yapması alışılmış bir manzaradır.
O kadınların acısına saygı göstermek gerek. Ancak, Rum yönetimlerin o kadınları kullandığına da şüphe yoktur.
Bu konunun canlı tutulabilmesi için geçen yıllar içinde Rum kesiminde olmadık senaryolar üretildi.
Birkaç örnek vereyim:
SENARYO 1 Yunan bir turist Anadolu’da dolaşıyormuş. Günün birinde bir köyün yakınında çobanın biri kendisine yaklaşıp ‘kalimera’ (günaydın) demiş. Bu çoban büyük ihtimalle kayıp Rumlardan biriymiş…
SENARYO 2 Türkiye’deki cezaevlerinde yatan PKK’lılar, bazı koğuşlarda Kıbrıslı Rum kayıpların da yattığını söylemiş…
SENARYO 3 Adana’da bir köyde kayıp bir Rum yaşıyormuş. 1974’te esir alıp Türkiye’ye götürmüşler ve zorla evlendirmişler. Onca yıldır korku içinde gerçek kimliğini açıklamıyormuş…
SENARYO 4 Türkler, 1974’de esir aldıkları Rumları kimyasal deneylerde kobay olarak kullanmış. (2006 yılında ortaya atılan bu palavra bizzat Rum medyası tarafından çürütüldü)
SENARYO 5 1974’ten beri kayıp Hristaki adında bir Rum çocuğu, Türkiye’de yaşıyormuş. 5 yaşında iken yaralanmış, tedavi için Türkiye’ye götürülmüş. Sonra bir Türk doktor onu evlatlık edinmiş. 1980’de annesini arayıp “Beni hatırladın mı? Ben Hristaki” demiş… (2007 yılında bu iş İngiltere’de DNA testine kadar uzadı. Ama Hristaki sanılan kişi Hristaki çıkmadı.)
MEDENİ VE MANTIKLI BİR
BÖLGEDE YAŞAMIYORUZ
İşte bu tip senaryolarla palavralarla canlı tutulmuş kayıplar konusu. Rumlar için son günlerdeki Atilla Olgaç fenomeni de kaçırılacak fırsat gibi görünmüyor. Rum tarafı, arasa bulamayacağı bir maden keşfetti sanki. Tekzipler, “yemin billah yalandı” demeler neyi değiştirebilir bilemiyorum?
Kıbrıs Rum Kesimi’nde “Yahu bir yandan öldürdüğünü söylediği ilk Rum esirin yaşını (19) hatırlıyor ama kendisine vur emrini veren komutanın adını, olayın ne zaman ve nerede geçtiğini hatırlamıyor” ya da “Öldürdüğünü söylediği diğer 9 kişi için hiçbir detay anlatmadı” diyenler çıktı tabii.
Sanatçının, söylediklerini yan yana getirip çelişkileri görenler de yok değil. Ancak, baştan söyledim ya öyle fazla medeni ve mantıklı bir bölgede yaşamıyoruz.
Atilla Olgaç’a gelince. Türk medyasında takip edebildiğim kadarıyla hep Kurtlar Vadisi’ndeki “Kılıç” rolü ile bahsedildi kendisinden. Niye biraz daha eskiye dönmüyoruz? Nevra Serezli ile oynadığı “Vay Anam Vay” dizisinde, sanırım damat “Feyzullah” rolü çok iyiydi.
Tanrı ile röportaj
Zor anlarımızda kimden yardım isteriz, kime yalvarır ya da kime sitem edip “neden” diye hesap sorarız? Sözümüzün daha inandırıcı gelmesi için kimin adına yemin ederiz? Kimden korkar, kime güveniriz? Bu soruların çoğunda cevap “Tanrı” olacaktır. Hayatımızda belki de en çok kulandığımız kelimelerden biridir “Tanrı”. Her şey bir yana onca yıllık hayatımda sadece yolda karşılaştığım “güzellikler” için kimbilir kaç defa “Tanrımmm” demişimdir.
Peki Tanrı bizi nasıl görüyor? Mesela ona “İnsanlarda tuhaf bulduğun şeyler ne?” diye sorma şansımız olsa ne cevap verirdi? Geçenlerde bir dergide okuduklarıma kendi düşüncelerimi ve tecrübelerimi de ekleyerek bu “cevabı” vermeye çalışayım.
Muhtemelen “sizi anlamak güç” diye başlardı söze. “Sözgelimi çocukluğunuzda, gençliğinizde büyümek için çok acele edersiniz, sonra da büyüdüğünüzde tekrar çocuk olmaya can atarsınız” derdi.
İnsanoğlunun tuhaflığını “Para kazanmak uğruna sağlığınızı kaybedersiniz, sonra da paraları sağlığınızı tekrar kazanmak için harcarsınız” diyerek de anlatırdı belki.
“Yarın için olan endişeleriniz yüzünden bugünü kaybediyorsunuz. Sonuçta ne yarını ne de bugünü yaşıyorsunuz” derdi sonrasında.
Bitmemiştir muhakkak bizlerde anlayamadığı özelikler…”Hiç ölmeyecek gibi yaşıyorsunuz, hiç yaşamamış gibi ölüyorsunuz” demeden de geçmezdi muhtemelen.
Belli ki kızgın olmalı Tanrı... Peşpeşe sıralıyor tuhaflıklarımızı:
“Zorla kimsenin sizi sevemeyeceğini bir türlü öğrenemediniz. Sevilebilmek için kendinizi rahat bırakmayı da...”
“Affetmeyi hiç bilmiyorsunuz. Affetmek ile ilgili hiç antrenman yapmıyorsunuz.”
“Sevdiklerinizi kırmak, üzmek, yaralamak için birkaç dakika ayırmanız yetiyor. Marifetlerinizi tamir etmek ise yıllarınızı alıyor...”
“Zenginliğin tanımını da bir türlü yapamadınız. Daha çok şeye sahip olan değil, daha az şeye ihtiyacı olan zengindir...”
Ooo meğer neler varmış Tanrı’nın söylemeyip sineye çektiği...
Bıraksam kimbilir daha neler sıralayacak...
En iyisi bu hayali “röportajı” son bir soru ile noktalamak.
-İnsanlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
-Ben buradayım... İnsanlar bilsin yeter...
Yorgo Kaptan’ın sitemi
Yorgo Katandonakis kaptan. Yaşı 62, ömrü denizlerde dolaşmakla geçti. Sular kimi zaman sakindi, kimi zaman kızgın öfkeli. Kaç defa boğuştu fırtınalarla unutmuş. Eşi Mirsini’yi ve iki çocuğunu aylarca göremediği zamanlar olmuş. Bu kurt denizci geçenlerde Yunanistan Ticaret Gemileri Kaptanları Birliği (PEPEN) tarafından ödüllendirildi.
Ne yaptı da ödüllendirildi diye sorarsanız yaklaşık 1 yıl geriye, 6 Şubat 2008’e dönmek gerekiyor.
Yolcu gemisi “İkaros Pallas”ı Mora (Peloponez) yarımadasındaki Patras limanından Venedik’e götürüyordu Yorgo Kaptan. Tam da Adriyatik denizinin göbeğinde iken telsizden SOS vererek yardım isteyen bir başka geminin sinyalini duydu. Haritaya baktı yardım isteyen geminin yeri uzak değildi. Hiç terredüt etmeden seslendi dümenciye: “Rotayı değiştir yardıma gidiyoruz”.
Adriyatik’te Hırvatistan açıklarında İstanbul’dan Trieste’ye giden, içinde hepsi Türk 22 mürettebat, 9 yolcu, 200 tır ve 9 ton tehlikeli madde bulunan Türk gemisi UND Adriyatik, cayır cayır yanıyordu.
Alevler dört bir yanını sarmıştı geminin ve 31 insan can korkusuyla kendini azgın sulara atmıştı. Hayat çok güç bir sınavdan geçiriyordu onca canı.
Sonra Türk gemisinde peşpeşe patlamalar.
“Zor işti. Cankurtaran sandalları indirdik. Tek tek denizdeki insanları topladık. Sürekli patlamalar nedeniyle fazla da yaklaşamıyorduk Türk gemisine. Gemide mahsur kalan insanların olabileceğinden endişe ediyorduk. Allah’a şükür ki hepsini kurtardık” diyor Yorgo Kaptan.
Daha sonra Türk hükümeti kendisiyle temas kurup yaptıkları için teşekkür etmiş. Ancak, yine de sitemli kurt denizci. Yunan deniz ticaret bakanlığından ve Türk gemisinin sahibi firmadan arayıp “sağolasın” diyen çıkmamış.
Varsın aramasınlar bre Yorgo Kaptan. Canını kurtardığın onca insanın hayır duaları sana yeter.
Paylaş