Geçen cumartesi günü oynanan Türkiye-Yunanistan maçını izlemek için geldiğim İstanbul’da maç günü erken saatlerde yola koyuldum. Önce Beyoğlu’ndan, Balık Pazarı’ndan geçtim.
Atina’ya ilk geldiğinde pazardaki satıcıya ‘Evladım (Yunanca), Ayşekadın fasulye (Türkçe) kaç para? (Yunanca)’ diyen, size garip gelebilir ama eski alışkanlığı yüzünden sık sık başörtüsü ile sokağa çıkan annemin ve bu diyarda yaklaşık 30 yıl yaşamasına rağmen, şöyle hızlı konuşan bir Yunanlı çıktı mı anlamadığını gizlemek için başını öne eğen babamın benden siparişleri vardı. Şekerci ‘Üç Yıldız’dan gül reçeli, yufka ve nane şekeri; az ötedeki balıkçıdan lakerda ve çiroz.
Elde poşetlerle İnönü Stadı’na vardığımda, zamanlar gibi melodilerin de değiştiğini sezdim. Hani sucu, hani kokoreççi, hani turşucu, hani ‘Oku oku minder yap’ diye bağırarak adını bile duymadığım gazeteleri satan çocuklar?
Maç öncesi CNN Türk’ün canlı yayınına katıldım. Yunanlı gazetecilerle sohbet ettik. Sonra stada girip koltuğuma oturdum. Şöyle bir etrafa baktım. Arka sıralarda spor yazarları vardı. Kadroların yazılı olduğu kağıtlar dağıtıldı. Yazarlarını bazılarının yüzü buruştu. Bazılarının buruşmadı. Kadroları okudum. Bir daha okudum. Şimdi ne yapsam? Renk vermemek en iyisi...
Ön sıralarda ise Yunanlılar oturuyordu. O da ne? İstanbullu Rumların kurduğu Yunanistan’ın üç büyüklerinden AEK’nın eski başkanı Makis Psomiadis gelmiş. Gece kulüpleri işletir Psomiadis, gece işi yapar. Futbol takımının başına geçmeden önce ise basketbol şubesinin başkanı idi. O dönemde video modası vardı ve gümrük vergileri çok yüksekti. AEK takımının basketbolcüleri Avrupa maçlarına hep içi boş büyük çantalarla gider, taşıyamayacakları kadar ağırlıkla dönerlerdi. Rivayetlere göre çantalar video cihazlarıyla doluydu. ‘Emanetler’ Atina dönüşü başkana, Psomiadis’e teslim edilirdi.
YEMEKLİ KOMPLO TEORİLERİ
Yine bir dönem, AEK eski SSCB’den dünya çapında bir takımla eşleşmişti. Adamlar sahada nedense çok ağır hareket ediyorlardı. Topu potaya atacak takatleri yoktu. Rivayetlere göre, acayip de karides kokuyorlarmış. Yine rivayetlere göre, Psomiadis maç öncesi sahibi olduğu bir restoranda ağırlamış rakip takımın oyuncularını. ‘Vallahi ayıp olur, yemezseniz gücenirim’ diye kilolarca deniz ürünü yedirmiş adamlara. Biraz ötede ise Yunan televizyonlarının ‘Acı var mı? ya da ‘Devlet nerede?’ tarzı sorular soran ana haber bülteni sunucusu Nikos Evangelatos’u gördüm.
Evangelatos hukuk fakültesi mezunu olduğundan nedense haberleri sunarken kendini savcı, hakim filan zanneder. Yanında da karısı vardı. ‘Televole’ tarzı programlar burada öğle kuşağında yayınlanır. Tatiana Stefanidu da bu kulvarda 1 numara.
İKİNCİ YARIDAKİ GÜZEL SÜRPRİZLER
O da ne? Mustafa Sandal çıktı sahaya. Ne güzel. Az sonra, takımlar, bando ve ellerinde bayraklı çocuklar dizildi yan yana; marşlar çalınıyor. Bir ara acaba maça değil de törene mi geldim diye düşündüm.
Sıra milli marşlara geldi. Yunan milli marşı çalıyor. Aynı, Atina’daki maçta İstiklal Marşı çalarken yaşanan manzara. Önce ıslıklar yoğun. Sonra sesiz çoğunluğun hakimiyeti. Yunan milli marşı biterken ıslık çalanların sayısı çoktan yarıya inmişti.
Ve maç başladı. Daha ilk dakikadan itibaren de canım sıkılmaya... Devre arası sevdiğim bir meslektaşım, eminim hiçbir kasıt olmadan, ikinci yarıyı birlikte izlememizi önerdi. Aynı temiz duygularla kabul ettim.
Müthiş bir ikinci yarı izledim. Sahada tempo yüksek, üstelik meslektaşımın yanında da yerlerinde duramayan güzel mi güzel iki Yunanlı genç kadın oturuyor. Yani tesadüfün böylesi! Almanya’dan geldiklerini öğrendiğim, birisinin Yunan milli takımının kalecisi Andonis Nikopolidis’in kız arkadaşı olduğu istihbaratını aldığım bayanlarla el ele tutuşmuş, bir o yana bir bu yana sallanırken buldum kendimi bir ara. Tuncay oyuna girdi, Yeorgakopulos oyundan çıktı...
Neyse, maç bitti. VIP tribününden çıkan hemen herkes kameraların önünde konuşuyor: ‘Şansızdık’, ‘Yenebilirdik’, ‘Yunan takımı Avrupa şampiyonu...’
Kişisel görüşüm, maçın üzerinden bir hafta geçti ama hálá oynanıyor olsaydı da skor levhasında 0-0 yazacaktı. Hakan Şükür oynasa da, oynamasa da...
Mimi’nin yeni aşkı
Mimi’yi hatırlıyor musunuz?
Bir zamanlar Yuanistan’ın first-lady’si olan Dimitra Liani’yi kastediyorum. 1996 yılında ölen eski başbakanlardan Andreas Papandreu’nun üçüncü ve son eşi Laini, ya da kısaltılmış adıyla Mimi yeni bir aşka yelken açmış diye duyduk.
Liani bir ara kendisinden hayli küçük ve Filiz Akın’a benzeyen Yunanistan’ın gelmiş geçmiş en çok sevilen sinema ve tiyatro yıldızı Aliki Vuliuklaki’nin son sevgilisi Kostas Spiropulos ile uzun bir aşk yaşadı. Spiropulos, Atina’nın gözlerden uzak sosyete semti Ekali’de Papandreu’nun Liani’ye bıraktığı dillere destan lüks villaya iç güveysi geldi ve 6-7 yıl Liani ile yaşadı.
Ancak bir süre önce bu aşkının bittiğini duyduk. Nedenine gelince, Kostas ‘murdarlık’ etmiş... Liani’nin annesi Polikseni Hanım ‘Kızım, Kostas’ın başka bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenince onu evden kovdu’ dedi açık açık.
Son zamanlarda haber programcılığına soyunan ama pek dikiş tutturamayan Liani’nin yaşı 50’yi geçti ama gönlü hálá genç... Dedikodulara bakılırsa bu aralar gönlünü bir sutopçusuna kaptırmış. Annesi Polikseni Liani, dedikoduları yalanlıyor. Ama bize göre ateş olmayan yerden duman çıkmaz.