Günlerden bir salıydı, vakit geç. Beyoğlu’ndaki Cumhuriyet meyhanesinin fasıl programlı üst katında, çalgıcılar paydos etmişti. Klarnetini kutusuna yerleştiriyordu biri, kemanını öteki. Öyle fazla müşteri yoktu. İki büyük grup gidince, iki masa kalmıştı geriye. Birinde beş genç oturuyordu. Üçü delikanlı, ikisi kız. Ötekinde ise daha çok bahar görmüş geçirmiş beş genç. Üçü kadın.
Muhabbet havası yoktu hiç meyhanenin. Salonun büyüklüğü, boşluğundan sanki daha fazla hissediliyordu. Türk sanat müziğinin birbirinden güzel eserleri, acımasız saygısız versiyonlarıyla duyuluyordu hoparlörlerden. Zamane teknolojisi cıs-tak cıs- tak ve "biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık".
Olacak iş değil. Ne kadehteki rakı memnun ortamdan ne peynir, ne kavun.
İste o sırada öteki dediğim masadaki kadınlardan biri bilmediğim bir şarkı tutturdu. Ne muhteşem ses. Gayri ihtiyari döndüm baktım. Kumral, uzun saçlı, 30 yaşlarında güzel bir kadın. Yanındaki erkeğin gözlerine bakıp söylüyor. Arada bir de karşısında oturan arkadaşlarına gülümsüyor. Hiç ara vermeden ikinci, üçüncü, beşinci şarkıyı söyledi. Meyhanede çıt yok. Garsonlar bile dalmış dinliyor. Alkışlıyoruz.
Beş şarkıyı, on şarkı izledi. Gençler de eşlik etti, ben de. Artık kadehler memnun, peynir, kavun da.
"Bayrağı" bir ara gençlerin oturduğu masaya devretmeyi denedi. "Hadi sıra sizde" diyerek. Biraz bekledi. Sonra nezaket mezaket bakmayıp bir başka güzel şarkı ile hükmetti boş meyhaneye.
Ne ortamın etkisi ne de kulaklarımın ihaneti söz konusu. Ses kadife gibi. Tek falso yok.
Dikkat ettim de her şarkıda yanındaki erkeğin göğsü kabarıyordu. Yerden göğe kadar haklı adam.
Gitmek üzere kalktılar. Hálá şarkı söylüyordu kadın. Selamlaştık. Teşekkür ettim. Saate baktım. Nasıl da geçmiş vakit.
Dünyanın her yerinde yaşanabilir böylesi güzellikler. Adını, tanrıların patronu Zeus’un, kıskanç karısı Hera’yı bilmemkaçıncı kez aldatmak için boğa kılığına girip birlikte olduğu Evropi’den alan Avrupa’nın onca diyarında, onca mekanda, insanların birlikte şarkı söylediklerine tanık oldum.
Ancak, o salı gecesi o meyhanede o kadının "ciğerimden yanıyorum ben bu defa başka" derken boş masalara, duvarlara nasıl hayat verdiğini, oradaki üç beş insanın keyfini nasıl da değiştirdiğini unutmayacağım.
AYRI DÜNYALAR
Ege’de, Meriç’te aynı havayı tennefüs eden iki ülkenin insanlarını ne kadar da farklı konular meşgul ediyor bugünlerde.
Yunanistan’ın gündemini bir aktarayım:
Bu diyarda seçimler 16 Eylül’de yapıldı ve Başbakan Kostas Karamanlis zor da olsa dört yılığına iktidarını korudu. Ancak, seçimin galibi bir günde unutuldu. Herkes 17 Eylül’den beri seçimlerin mağlubu sosyalist Pasok partisindeki fırtınayı konuşuyor. Partide başkanlık seçimleri 11 Kasım’da yapılacak. Başkanlık koltuğunda ya şimdiki lider Yorgos Papandreu kalacak ya da eski Kültür Bakanı Evangelos Venizelos oturacak. Her ikisi de bu aralar şehir şehir dolaşıp sanki iki ayrı partinin lideri imiş gibi seçim propagandası yapıyorlar. Pasok taraftarında oluşan genel kanı "eğer yenilikçi, çağdaş, sosyalist bir Pasok istiyorsak Papandreu, yok eğer Karamanlis hükümetine güçlü bir muhalefet yapacak geleneksel bir Pasok istiyorsak Venizelos" şeklinde. Bence, 16 Eylül seçimlerindeki yenilginin şoku nedeniyle yıldızı parlayan Venizelos’un kazanması zor. Yorgos’un iki seçim yenilgisine rağmen liderliğini koruması ihtimali daha fazla.
Bir başka seçim yarışı ise göründüğü kadarıyla Yunanistan kilisesinde yaşanacak. Geçtiğimiz yıllar içinde Türkiye’ye ve Türklere karşı açıklamalarıyla sık sık gündeme gelen Yunanistan kilisesinin lideri Atina Başpiskoposu Hristodulos kendi yaşam mücadelesini veriyor. Karaciğer nakli için ABD’ye gitmişti, ameliyat sırasında kanserin metastaz yaptığı görülünce nakilden vazgeçildi. Bazı din adamları Hristodulos’un istifasını ve yeni başpiskopos seçilmesini istedi. Hatta bazıları kulis faaliyetlerine bile başladı. Sanırım, Hristodulos da bu süreci başlatmakta gecikmeyecek.
Yunanistan ile Makedonya Cumhuriyeti arasındaki "isim" anlaşmazlığı ise bu aralar dış politikanın 1 numaralı maddesi. Makedonya, NATO üyeliğine kabulünün arifesinde ve AB ile ilişkilerini de geliştirmek istiyor. Yılllardır "Makedonya Yunan’dır. Bu ismi değiştirin" diyen Atina şimdilerde NATO ve AB için tutuşan Üsküp’ü veto ile tehdit ediyor.
BM’nin çözüm için son bir arabulucuk teşebbüsü olacak. Atina, ısrarının bir netice vermeyeceğinin farkında ve artık içinde "Makedonya" kelimesinin bulunduğu bir isme razı. Buna karşı daha önce Yunanistan’ın ambargosuna maruz kalan ve bayrağını bile değiştirmeyi kabul eden Üsküp daha fazla manevra gücüne sahip. Bunun nedeni de ABD, Rusya ve bazı AB ülkelerinin bile "Makedonya Cumhuriyeti"ni tanımış olmaları.
Türkiye’nin ise gündemi malum. Kamuoylarını meşgul eden konulardan yola çıkarsak eğer, yanyana yaşasak bile ne kadar iki ayrı dünya değil mi?