Takvimler 2007 Mart’ını gösterdiğinde, Atina’nın da içinde bulunduğu Attika bölgesinin Emniyet Müdürü Drosos Bugadis, saatler süren toplantıdan sonra teşkilatın birim şeflerine dönerek kararlı bir şekilde konuştu:
"Beyler artık şu Stefanakos’u yakalayın. Bu iş için kaç polisi görevledireceksiniz bilmem ama yakalayın".
Birim şefleri arasında işbirliği yapıldı. Her birimden en iyi polisler seçildi. Tam 18 kişilik özel bir tim oluşturuldu. Yunan emniyet teşkilatı, son yılların en ünlü mafya babası Vasilis Stefanakos’un peşine düştü.
Stefanakos, bu diyarda adını ilk kez 2000 yılında duyurdu. "Aristokrat" lakaplı mafya babalarından Themis Papamalis’in adamıydı. Patronu, 2000 yılının Şubat ayında rakipleri tarafından öldürülünce, "intikam yemini" verip çetenin başına geçti.
Kısa sürede varoş semtlerinin bulunduğu Atina’nın batı yakasında söz sahibi oldu. Verdiği "intikam sözünü" de üçbuçuk ayda tuttu. Mafya babalarından Themis Kalopatraku’yu yol ortasında öldürdü, sahibi olduğu gece kulübünü de bombalayarak yerle bir etti.
Haraç yemekle başladığı işlerini kısa sürede büyüttü. Her türlü kaçakçılık işine girdi. Sigaradan akaryakıt kaçakçılığına kadar.
İlk darbeyi "manita"sından yedi. Üç yıldır birlikte olduğu sevgilisi 2002 Şubat’ında onu gammazladı. Güvendiği kadın, işlediği suçları tek tek anlattı polise. Aralarında polislerin ve liman teşkilatı memurlarının da bulunduğu büyük bir çete çökertildi.
Stefanakos yakalanamadı. Yeniden çetesini kurdu zamanla. 2005 Kasım’ında kardeşi saydığı sağ kolu Aristidis Lakiotis bir gece pusuya düşürülüp öldürülünce yeniden "intikam yemini" verdi. Kısa sürede Atina’nın yeraltı dünyasının tanınmış tam 11 isminin cesetlerinden onlarca mermi çıktı.
Takvimler 2006 Eylül’ünü gösterdiğinde de kiraladığı helikopteri ülkenin en büyük cezaevi olan Koridolas’un avlusuna indirtti. Mahpus yatan iki arkadaşını alıp gardiyanların şaşkın bakışları arasında gökyüzünde kayboldu.
Yunan polis teşkilatının itibarı sarsılmıştı. Stefanakos ne pahasına olursa olsun yakalanmalıydı. Özel timin takibi tam bir yıl sürdü. Gizlendiği ev tespit edildi ve sonunda kelepçeler takıldı bileklerine.
Emniyet müdürlüğünde sevinçten ağlayanlar vardı. Stefanakos ilk ifadesini verirken herkesi şaşırttı:
-Tahsilin?
-İsveç’te okudum. Siyasal bilimler mezunuyum.
Ünlü mafya babası demir parmaklıklar arkasında ilk gecesini geçirmeden polislerden bir ricada bulundu:
"Eğer mümkünse birkaç kitap istiyorum. Sizde varsa Bertolt Brecht’in kitaplarını"...
Hayat ne garip.
14 Şubat’ın ardından
Aşkın, koklama duygusuyla fark edilemeyen eşsiz aromaların karışımı olduğuna hep inanırdım. Onca müspet bilimin, kimyaya yenik düştükleri an olduğuna.
Yaşadığım bahar sayısı arttıkça, hatıratın da önemini sezdim. Bir önceki, üç önceki, beş önceki aşklar, sanki birleşip bir "sevgili modeli" oluşturuyor. O modele yakın adayın kaleyi fethetmesi daha kolay.
Saçlarım dökülüp, büyük beden gömleklerle birçok ayıbı örtmeye çalıştığımdan beri de aşkta doğru zamanlamanın taşıdığı önemi keşfettim.
Sözgelimi son sevgiliniz sizi kapının önüne koymuş, olmayacak hakaretler etmiş, tehditler savurmuş. Bazen unutmak, bazen onu aşmak, bazen de gerçekten hem unuttuğunuz hem aştığınız için yeni bir ilişkiye girmek üzeresiniz. Kalbinizde bir yer almaya çırpınan aday, son sevgilinizi hatırlatan bir söz söylüyor ya da bir şey yapıyor. Zamanı mıydı şimdi? Üstelik aşk temiz kafa da ister. İşleriniz iyi gitmiyorsa, günler siyah, geceler uzun geçiyorsa áşık olmak için zamanlama pek elverişli sayılmaz.
İşte bu tespitlerden sonra 14 Şubat Sevgililer Günü’nü de biraz farklı görmeye başladım. Fark ettiniz mi bu güzel günü sanki bir "evlilik yıldönümü" ya da "tanışma yıldönümü" gibi kutluyoruz. Yeni aşklarımıza bile sözgelimi 20 yıllık eşlerimizmiş gibi davranıyoruz sanki. Oysa 14 Şubat’ın bir özelliği de metazori (zoraki) olmaması. Ne önceden büyük planlara gerek var, ne de 15 Şubat ya da ne bileyim 20 Nisan’da pişman olmaya.
Sevgililer Günü’nde verilecek ya da alınacak hediyeden, mum ışığında yenecek yemekten daha önemli şeyler var. Sevgilinin kulağına "ayıp" şeyler fısıldamak gibi. Sözgelimi Fransızların bir sözünü: Enginar ve şarap kadınlara çok iyi gelir. Tabii erkekler yiyip içtiklerinde.
Düzeltme ve eleştiriler
Geçen hafta, Zoğrafyon Rum Lisesi’nin kuruluş tarihi 1863 demişiz, 1893 olarak düzeltiriz. O kadar övdük okulumuzu ama dikkatsizlikten 9 rakamı yerine 6 diye yazdık.
Fener Rum Lisesi öğretmenleri ile öğrencilerinden gelen maillerden, "muhallebi çocukları" ifademizden son derece rahatsız olduklarını tespit ettik.
Yazımızda, öğrencilik yıllarımızda iki okul arasındaki o tatlı, o eşsiz ve hiçbir zaman eksilmemesini dilediğimiz "rekabetten" bahsetmiştik. Bizler için "öteki" olan okulu nasıl gördüğümüzü anlatmıştık. İstanbul’daki Rum okullarının, Türk okullarından hiçbir farkı bulunmadığını ima etmeye çalışmıştık. Ve ilk kez ziyaret ettiğimiz Fener Rum Lisesi’ndeki duygularımızı yansıtmaya. Tekrar nasıl 30 yıl öncesine döndüğümüzü...
Öğrencilerden biri "Sen bize okullar arası kardeşliğin nasıl olması gerektiğini göstereceğin yerde, bizi birbimize düşürüyorsun. Zoğrafyonlu değil misin zaten böyle olursun, şaşırmadım."
E güzel kardeşim biz de bunu anlattık işte. E güzel kardeşim bizim zamanımızda bırak okullar arasında, aynı okulun bölümleri arasında bile o tatlı rekabet vardı. Biz ticaret bölümündekiler "tenekeci", fen bölümünde okuyan öğrenciler "hafız"dı.
Madem genç arkadaşlarımız kızdı, özür diliyoruz.
Kardeşlerimizden de birkaç ricamız olacak. Lütfen daha çok gazete okuyun ve şikayetlerinizi lütfen "televole" diliyle anlatmayın.