Bir yerde, geçen cumaya kadar yemyeşil Mora Yarımadası’nın, alevlerden tehdit gören bir köyünün sakini cep telefonu ile bir televizyona yaşadıkları dramı anlatıyordu.
Sonra programın konuklarına geldi sıra. Siyasetçiler birbirlerini suçladı. İtfaiye teşkilatının, sivil savunmanın, partici çıkarlar uğruna dağılmanın eşiğine getirildiğini, ormanların korunması için hiçbir şey yapılmadığını söylediler.
Ama köylünün cep telefonu açık unutulmuştu. Can havli ile adamcağız kükredi:
"Yahu siz ne diyorsunuz? Biz burada cayır cayır yanıyoruz. Siz neyin peşindesiniz? İtfaiye nerede, yangın söndürme uçağı nerede?"
Bir yerde, alevler arasında sıkışmış bir köyün 20 kadar sakini meydanda toplanmışlardı. Evleri yanıyordu. Köylerini terk etmeyi reddediyorlardı. "Burası bizim evimiz nereye gidelim?" diyorlardı. Birden bir itfaiye aracı göründü. İçinde iki itfaiyeci. Biri araçtaki hortumu çıkardı ve ilk eve doğru ilerledi. Herkes üstüne üşüştü. Kimi kolundan çekiyordu kimi bacağından, önce kendi evindeki ateşi söndürsün düşüncesiyle. Ya komşunun evi? O anda kim düşünür?
Bir yerde, "Annem evde yandı" diye kahroluyordu genç bir kadın. Bir yerde, "Oğlum itfaiyeci idi gençliğine doyamadan gitti" diye feryat ediyordu çaresiz anne. İhtiyarlardan başka, gençler de çocuklar da vardı alevlerde can veren.
Bir yerde, bu diyardaki medeniyetin sembolleri bile (Olimpiyat oyunları meşalesinin yakıldığı Olimpia kasabası) alevler arasında kaldı. Binlerce yıllık heykeller dumandan karardı.
Her yerde acı, her yerde gözyaşı, her yerde öfke vardı. Herkesin dilinde aynı kelimeler: "Devlet nerede?"
Bilemiyorum, belki bu felaket çok daha organize bir devlete bile diz çöktürürdü ama yangınzedelere yardım, müdahale gereken vakitte, gereken yerde yoktu. İtfaiye nereye koşacağını bilemedi, sivil savunmanı planları çekmecelerde kaldı, helikopterler, uçaklar geç uçtu. Devlet sanki ancak üçüncü günden sonra varlığını hissettirdi.
Yunanistan’ı 1999’da deprem felaketi vurmuştu ama büyük zarar iki, bilemediniz üç binadaydı. Bu defa neredeyse 1.5 milyon dönüm arazi yandı. En az 64 can, onlarca köy, binlerce ev, on binlerce hayvan.
Bir yerde evi kül olmuş 75’lik bir dede başını avuçlarının içine almış "Yaşayıp da ne yapayım?" diyordu. Kolay mı o yaşta her şeye sıfırdan başlamak?
Mora’da alevler kendi bildiği yolda ilerlerken, Atina’da birileri "yabancı gizli servislerin parmağı" gibi komplo teorileri üretmeye çalıştı. "asimetrik tehditler" teorisi gündeme geldi. "UCK" hatta "Türk ajan" gibi senaryoların hiçbir şansı olmadı. Çünkü medya da, halk da yaşananlara, ekranlarda gördüklerine inandı.
Yanı başınızda, suyun öte yanında, Yunanistan büyük bir dram yaşıyor.
Lumidis... Kurukahveci Mehmet Efendi der gibi
Türk kahvesi-Yunan kahvesi polemiği değil maksat. Türkiye’de Kurukahveci Mehmet Efendi’nin Yunanistan’daki "karşılığı" Lumidis’ten bahsedeceğim.
1910’lu yıllarda üç kardeş Lumidis’ler, Pire’de ilk dükkanı açarlar. Allah yürü ya kulum deyince şubeler peş peşe gelir. 1970’li yılların başlarında ikinci nesil işi ihracata varacak kadar büyütür. Papağan resimli küçük paketler, süpermarket raflarında yer alır. 1989’da marka Nestle’ye satılır.
Lumidis kahvesinin "kalbi" Atina şehir merkezindeki Panepistimiu Caddesi’nde atar. 1919’da açılan bu dükkan, daha içine girmeden fetheder insanı. Çeşit çeşit kahveler, lokumlar, reçeller. Renk cümbüşü adeta.
Taze çekilmiş kahve isteyenler biraz kuyrukta beklemek zorunda. Beklemenin ödülü o taze kahvenin aroması. Ya güzelim minnacık kahve bardaklarına, fincanlarına ne demeli? Filtre kahve meraklıları için çeşit bolluğu fındıklısından başlıyor da aklınıza ne gelirse...
Meğer şimdi yerinde yeller esen bir de "Cafe Lumidis" varmış Atina’da. 2. Dünya Savaşı’ndan önce, 1938’de açılmış. Şehrin merkezinde, bir zamanların en ünlü kitabevi "Estia"nın yanıbaşında. Yaklaşık 35 yıllık ömründe de müdavimleri hep sanatçılar, yazarlar, politikacılarmış. Manos Hacıdakis, Mikis Teodorakis, Yorgos Seferis, Odisseas Elitis gibi bu ülkenin yakın kültürüne damgasını vurmuş simalar, Cafe Loumidis’in çekme katında buluşur, kahve ve konyak eşliğinde eşsiz sohbetler ederlermiş. Hatta tiyatro için, sinema için bir gecede koskoca senaryolar yazılırmış bu mekanda.
1967’de albaylar cuntasının iktidara gelmesiyle müşterisi değişmeye başladı. Yazarı, sanatçısı, politikacısı kayboldu. "Estia" kitabevi başka yere taşındı ve bir süre sonra "Cafe Lumidis"in kapısına "Yıkım dolayısıyla kapalıyız" levhası asıldı.
Lumidis sadece bir kahve markası değil. Çok daha öte...
Giydiğim tanga, oyum Lianga
Ege’nin bu yakasında da karşı yakasında da seçimlerde aday listeleri doktorların, mühendislerin, avukatların tekelindedir. Tiyatrocusu, şarkıcısı, sporcusu, televizyoncusu ya da bir şekilde siyaset dışındaki "icraatı" ile gündeme geleni bu listelerin tuzu biberidir.
16 Eylül’de Yunanistan’da yapılacak seçimler için de bu reçete bozulmadı.
Önce Başbakan Kostas Karamanlis’in lideri olduğu Yeni Demokrasi Partisi’nden başlayalım. "Sen fakirsen ben fasfakirim" veya "Sen öksüzsen ben hem öksüz hem yetimim" tipi reality programları ile ün yapan, ancak son programı Yunan RTÜK’ü tarafından durdurulan Natasa Ragiu ve bu diyarda rock müziğinin en eski isimlerinden Kostas Turnas listede.
Yorgos Papandreu’nun lideri olduğu Pasok’ta, benim gibi insanoğlu Ay’a ayak basmadan doğanların hatırlayacağı bir isim: Vicky Leandros. 1972 yılında Lüksemburg adına yarışan ve "Apres Toi" şarkısı ile Eurovision’u kazanan Leandros, yerel yönetimden sonra şimdi de parlamento için yelken açtı. Ünlü bir haber spikeri Yorgos Liangas da Pasok’un kozlarından. Adam için slogan da hazır: "Giydiğim Tanga... Oyum Lianga."
Aşırı millliyetçi ve dinci LAOS partisi nereden bulmuşsa, Anastasia Çunis’i aday listesine dahil etti. Anastasia, bu diyarın bir zamanlar first lady’si, başbakan eşi olan Dimitra Liani Papandreu’yu, bir kitabevinde onlarca kişinin ve kameranın gözü önünde tokatlamıştı. Son albümü "Erkekler" olan şarkıcı Efi Sarri de LAOS partisinin listesinde.