Küçük Aleks’in hikayesi

Yunanistan’ın orta yerinde bir taşra şehridir Veria. Nesi güzel, nesi ünlü diye sorarsanız cevap veremem.

Ancak, buralarda herkes bugünlerde bu şehri konuşuyor. Şehrin meydanına yakın bir sokak, sabah akşam insanların buluşma yeri olmuş. Herkes orada. Sokağın bir yerinde sürekli çalışan bir kepçe makinesini izliyor. Herkes bundan böyle Veria’yı küçük Aleks’in öyküsü ile hatırlayacak.

Aleks Meshesvili 11 yaşındaydı ve ilkokula gidiyordu. Farklıydı sınıf arkadaşlarından. Hem iyi bir öğrenci, hem de iyi /images/100/0x0/55ea51cef018fbb8f8782412bir sporcuydu. Piyano çalıyordu ve güzel sanatların bütün dallarına eğimi vardı.

Daha bebek iken annesi Natela Siani ile Gürcistan’dan gelmişti bu şehre. Babası, annesini terk etmiş, o da tanıştığı bir Yunanlıya aşık olup Aleks ile birlikte Yunanistan’ın yolunu almıştı. İyi, sakin bir çocuktu.

Geçen şubat ayında, akşam vakti basketbol oynamak sonra da seramik kursuna gitmek için evden ayrıldı. Bir daha da dönmedi. Anne Natela çılgına döndü. Aramadık sormadık yer bırakmadı. Nafile, bulamadı evladını. Yılmadı yine de; Atina’da bazı sivil toplum kuruluşlarıyla temas kurdu, yardım istedi. Yunanistan’ın dört bir yerinde Aleks’in o masum tertemiz yüzünü gösteren ve üzerinde "kayıp" yazan afişler yapıştırıldı.

Günler, haftalar, aylar geçti. Hiç haber yoktu.

Ta ki sivil topum kuruluşlarından birisine yapılan anonim telefon ihbarına kadar: "Aleks’i okuldan beş sınıf arkadaşı öldürdü. "

BU NASIL BİR SOĞUKKANLILIK?

Veria şehrinde Aleks ile aynı okula, aynı sınıfa giden beş çocuk daha vardı. Üçü Yunanlı, biri Romen, biri Arnavut. Kimi dağılmış, kimi sefalet içindeki ailelerin çocukları. Sınıf arkadaşlarını haraca keserler, içtikleri sigaraların izmaritlerini kız öğrencilerin saçlarında söndürürlerdi. Sarkıntılık ederler, küfür ederlerdi. Karşı koyan çıktı mı da acımasızca döverlerdi. Okul sonrası da devam ederdi bu halleri. Terk edilmiş eski bir evi "karargah" yapmışlardı. Görgü tanıklarına göre orada "çok kötü şeyler" oluyormuş.

Polis, ihbar üzerine harekete geçti, çocukların ifadeleri alındı. Aleks ile tenha bir yolda karşılaşmışlar, nedensiz küfür edip vurmaya başlamışlar. O da kaçmaya çalışırken ya attıkları taşın başına isabet etmesi ya da takılan çelme ile başını yere vurması sonucu oracıkta vermiş son nefesini.

Beş çocuk, 11-13 yaşlarında beş çocuk, Aleks’in cansız bedenini alıp nasıl oluyorsa kimsenin dikkatini çekmeden "karargahlarına" götürüp yakın bir yere gömmüşler.

Çocukların ifadeleri şok yarattı. Bu yaşta beş çocuk aylarca böyle bir sırrı nasıl korudu? Annesine babasına durumu anlatan çıkmadı mı? Yoksa cinayetin gizli tutulmasında büyüklerin de mi payı vardı?

GÜN GEÇTİ, İFADELER DEĞİŞTİ

Belediyenin kepçe makinesi geldi. Bütün şehir, sanki cambazhane çadır kurmuş gibi toplandı kepçenin etrafına. Bir köşede de anne Natale, makinenin her dalışında toprağa, bir şey çıkarmasın diye Tanrı’ya dua ediyordu gözyaşları içinde.

Bir gün geçti, iki gün geçti, beş gün geçti. Aleks’i öldürdüklerini söyleyen çocuklar ifadelerini değiştirdi. Kimi "öldürmedik", kimi "öldürdük orada bıraktık ", kimi de "polisten korktum yalan söyledim" dedi.

Çarşamba gününe kadar Aleks hálá bulunamamıştı. Yeni iddialar da ortaya atılmıştı. Cinayeti çocukların değil, büyüklerin işlediği gibi...

Yunanistan bugünlerde kaybedilen bazı değerleri tartışıyor. Bir an önce büyüyüp erkek ve kadın olmak isteyen çocukları, anne babaların umursamazlığını, öğretmenlerin ilgisizliğini konuşuyor.

Yunanistan bugünlerde masumiyetini arıyor.

Dora’yı şaşırtan anket

Hürriyet Gazetesi’nin pazartesi günkü manşetinde, sevgili Uğur Ergan’ın imzasıyla yayınlanan haberi okudunuz. Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’nin Abdullah Gül ile görüşmesinde konuştuğu anketten bahsediyorum. Türklerin Yunanlıları sevdikleri gösteren ve Bakoyani’yi bile şaşırtan anketten.

Yunanistan’da henüz yayınlanmamış o anketi bulduk. Bazı araştırmaları daha önce de Türkiye’de sadece Hürriyet’te yayınlanan Yunan Kapa Research şirketinin 7-8 Haziran’da İstanbul’da telefonla 601 evi arayarak yaptığı anketin sonuçları şöyle:

Yunanistan hakkında ne düşünüyorsunuz?

Olumlu: yüzde 71.2, muhtemelen olumlu: yüzde 15.1, Olumsuz: yüzde 9.5, muhtemelen olumsuz: yüzde 2.9

Türkiye’nin AB üyesi olasını istiyor musunuz?

Evet: yüzde 83.3 Hayır: yüzde 12.4

Kişisel arzunuz bir yana, Türkiye AB üyesi olabilecek mi?

Evet-muhtemelen evet: yüzde 61.7, Hayır-muhtemelen hayır: yüzde 37.5

Yunan hükümetlerinin Türkiye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dostça: yüzde 50.9, düşmanca: yüzde 5.8

Son zamanlarda Türk-Yunan ilişkileri nasıl?

İyileşti: yüzde 78, Kötüye gitti: yüzde 17.3.

BİR DE KARŞI KIYIYA BAKALIM

Şimdi de Ege’nin bu yakasına bakalım. VPRC şirketinin 11 Haziran’da yayınlanan anket sonuçlarına:

Bir yıl öncesine göre Türk-Yunan ilişkileri ne durumda?

Kötüye gitti: yüzde 48, Aynı kaldı: yüzde 42, İyileşti: yüzde 6

Türkiye’nin AB üyeliğine nasıl bakıyorsunuz

Muhtemelen karşıyım: yüzde 60, muhtemelen destekliyorum: yüzde 30.

Kıbrıs (Rum kesimi kastediliyor) Türkiye’nin AB üyeliğini veto ederse Yunanistan ne yapmalı?

Kıbrıs ile aynı çizgide olmalı: yüzde 63, Kıbrıs ile aynı çizgide olmamalı: yüzde 22

Gelecekte Türk-Yunan savaşı çıkar mı?

İmkansız: yüzde 72, mümkün: yüzde 24.

Yorum sizin...

Tatlı anılar...

Onu ilk gördüğümde kısa pantolon giyerdim. Radyoda Orhan Boran ve Yuki programı ile liselerarası bilgi yarışması olurdu. Plakların maçı programında da Adamo ile Cliff Richard çekişmesinde taraf olurduk.

O zamanlar annem ve iki ablamla birlikte kadınlar hamamına giderdim. Gün gelip hamamcı kadınlar anneme "Madam, oldu olacak babasını da getir" deyip ambargo koymalarından sonra da ziyaretlerim eksilmedi.

Ortaokulda, lisede bazen bir başıma, bazen arkadaşlarla uğrardım. Hep mutlu ederdi, hep ısıtırdı beni. Hep tatlı şeylere yataklık ederdi.

Yaşı başını çoktan almıştı, ama minare yıkılmış mihrabı dimdik. Makyajı ile örterdi "kırışıklıklarını" ve "selülitlerini." Her zaman temizdi, bakımlı.

Sonra, sonra Atina’ya göçtüm. Uzak kaldık uzunca bir süre. Tadını hiç unutmadım. Özellikle güzel bir akşam yemeği sonrası hep aradım onu. Neredeyse 10 yıl sürdü ayrılığımız. Döndüm günün birinde İstanbul’a ve ne zaman geldiysem bu şehre, onu ziyarette hiç kusur etmedim.

Ölümsüz sanıyordum onu, meğer değilmiş. Ama en azından son nefesini vermeden son bir defa olsun görebildim diye avutuyorum kendimi.

SADAKAT NEDİR Kİ

Yorgundu ve ilk kez bakımsızdı. İlk kez yaşını gösteriyordu.

"Bir daha tadayım" dedim... Sakın reddetme...

Kırmadı, ihanet etmedi...

Tam güzelliklerini bilmem kaçıncı kez tadarken, gözüm bir noktaya takıldı. Karşıda genç, alımlı, cıvıl cıvıl bir dilber gülümsedi, göz kırptı: "Bırak onu. İşi timşi artık. Bana gel!"

Bir ona baktım bir de etrafıma... İnsanız, sadakat ne kadar uyar ki bize?

Pek bir şey hissettirmeden ona, karşımda duran dilbere "Bir sonraki gelişimde mutlaka sendeyim" deyiverdim.

Beyoğlu’ndaki tarihi Saray Muhallebicisi geçen pazar gecesi kapandı. Bir masada ben, bir masada üç turist, bir masada sahibi Kadir Topbaş ve arkadaşları vardı.

Saray Muhallebicisi şimdi yine Beyoğlu’nda, eskinin tam karşısında.

Gazetecilerin buluşması

İstanbul’da haftasonu yapılan Türk ve Yunanlı gazetecilerin 4. buluşması hayli ilginçti. Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’nin İstanbul ziyareti nedeniyle sadece bir bölümüne katılabildiğim toplantılarda, bana göre artılar ve eksiler şunlardı:

1. Türk ve Yunan değil, sadece Yunan medyası tartışma konusu oldu. Yaklaşık 1,5 aydır buralarda yaşadığımız suni "Türkiye krizi"nde bazı Yunan televizyon ve gazetelerinin politikalarını, bazı Yunanlı meslektaşlarımız bile eleştirdi. Sözünü ettiğim "suni kriz" Ege’deki uçak kazasından çok önce başlamıştı.

2. Bakoyani’ye refakat eden Yunanlı gazeteciler, eğer toplantıya gelip neden, neredeyse her gün Türkiye hakkında olumsuz yazdıklarını anlatsalar, bizler dinlesek, cevap versek, sorular sorsak, sanırım Türk-Yunan ilişkilerine büyük hizmette bulunulacaktı.

3. Yunan medyasının yöneticileri, yani yayın yönetmenleri, haber müdürleri, tek tek davet edilmelerine rağmen toplantılarımıza gelmediler. Buna karşı, Türk medyasının yöneticileri Atina’da yapılan bir önceki toplantıda da, şimdi İstanbul’da da hazır bulundular. Sanırım, yapılması gereken bir kez daha gelmediler diye küsmek değil. Bir sonraki konferansa katılmalarını sağlamak için ne yapılmalı onu düşünmek gerek.

4. Oluşturulması kararlaştırılan çalışma grubunda Pavlos Tsimas ve Nikos Megrelis gibi önemli gazetecilerin yer alacak olmaları sevindirici. Bazı şeyler değişebilir.

ERTELEME...

Geçen hafta, Türkçe şiir kitabı yazan Yani Boziki’nin öyküsünü yazacağımızı anons etmiştik. 1964’te Türkiye’yi terk etmeleri gerekmesine rağmen, Yunan uyruklu Boziki ailesinin Türk komşuları tarafından yıllarca nasıl saklandığını anlatacaktık. Gündem elvermedi. İnşallah haftaya. Yine de şairin mısralarından bir alıntı yapalım.

"Arardım seni,

Alev ırmağının derinliklerinde,

Arardım seni, uzaklarda,

Herşeyin içinde.

Arardım seni, unutulmuş

Öylesine sade,

İki mısra içinde."
Yazarın Tüm Yazıları