Sokrat, sürekli öğrenerek yaşlandığını söylüyordu. Yaşadığı dönemde tek tanrıdan bahsettiğinde deli muamelesi gören Sokrat, bu sözünde de yüzde 100 haklı.
Malumunuz Ege’nin iki kıyısındaki önemli benzerliklerden birisi de mutfak kültürü. Türkler ve Yunanlıları yakınlaştıran önemli şeylerden biri de ortak değilse bile benzer mutfakları. Cacık-tzatziki, köfte-keftedes, musakka-musakas diye başlayan yüzlerce yemek ya tamamen aynı ya da hemen hemen.
Bu upuzun listeye düne kadar bilmediğimiz bir yemeği daha dahil ettik. Keşkek, yani keskeki’yi.
Meğer Atina’nın Melissia ilçesinde her yıl geleneksel Keskeki Festivali düzenleniyormuş. Paskalya bayramından bir gün sonra akşamdan köy meydanına getirilen kazanlarda aşurelik buğday ile sığır eti sabaha kadar kaynatılıyormuş. Sonrası vur patlasın çal oynasın...
Öğrendiğimize göre son Keskeki Festivali’nde bir günde tam 3 bin porsiyon dağıtılmış davetlilere. Keskeki hazırlanırken buğdayı elemek kadınların, kazanı karıştırmak kadın, erkek, çocuk herkesin işi.
Festivali düzenleyen ‘Güllübahçeli Agios Gergios’ derneğinin başkanı Hristos Kazos anlatıyor: ‘Dedelerimiz 1922’de Urla yakınlarındaki Güllübahçe’den geldiler. Beraberlerinde keskekiyi de getirdiler. Türkiye’de de geleneksel keşkek yapanlar olduğundan bugüne kadar habersizdik. Buluşalım, keskekiyi orada da burada da birlikte pişirip yiyelim.’ Dernek başkanının önerisi bizce çok güzel.
Bu arada, Hristos Kazos eşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte önceki hafta dedelerinin yurdunu dolaşırken yolları Akyeniköy diye bir köye düşmüş. Minibüs kiralayıp gitmişler. Birileri soymuş zavallıları. Kameralarını, pasaportlarını, paralarını çalmışlar. Jandarmaya gidip şikayette bulunmuşlar. Araştırdık, dosya Didim Savcılığı’na sevk edilmiş ve şüpheli üç kişi tutuksuz yargılanacakmış.
Neyse keşkek-keskeki’ye dönelim. Türkiye’de keşkek kuzu ya da tavuk eti ve aşurelik buğdayın yanı sıra nohut da eklenerek yapılıyor. Yunanistan’daki keskekinin nohutu yok eti de sığır.
Malzemeleri biraz farklı da olsa keşkek ya da keskeki, tarihlerinde sevgi ile nefreti içiçe yaşayan, iki komşu gibi kah kavga eden kah barışan Türkler ile Yunanlıların benzerliklerden birisi daha.
Hüseyin’in borcu
- Merhaba... Borcumu ödemeye geldim.
- Adınız?
- Hüseyin Ömer.
- Müşterilerimiz arasında görünmüyorsunuz.
- Hiç olur mu öyle şey. Ben borcumu ödemek istiyorum hem de faizleriyle. Hesapladım tam 2 bin Kıbrıs lirası (yaklaşık 3800 euro).
- Beyefendi. Bilgisayarlarımızda kayıtlı değilsiniz. Hangi borçtan bahsediyorsunuz?
- Sizin firmanız ‘Aleksandros Dimitriu’ değil mi? Tarım aletleri satmıyor musunuz?
- Evet öyle.
- Magosa’daki şubenizden 1960 yılında taksitle traktör almıştım. 1963’e kadar taksitlerimi muntazaman ödedim. Kıbrıs’ta olaylar çıktığında her şeyimi bırakıp İngiltere’ye gittim. Borcumu hiçbir zaman unutmadım. Tabii 42 yıl geçti üzerinden ama yine de ödemeye geldim...
Kıbrıs Rum Kesimi’nde, Lefkoşa’da, Rum şirketin personeli duyduklarına inanamıyordu. Borcunu ödemek için hiçbir zorunluluğu bulunmamasına rağmen, Kıbrıslı bir Türk tam 42 yıl sonra ortaya çıkıp hesabını kapatmaya gelmişti. Faizleriyle ödedi borcunu Hüseyin. Sonra da üzerinden büyük bir yükün kalkmasının verdiği mutlulukla çekip gitti.
Filelefteros Gazetesi’nde okuduğumuz ‘Namuslu Hüseyin 1963’teki borcunu ödedi’ başlıklı haber üzerine, Rum meslektaşlarımızı aradık, ancak Hüseyin Ömer’in izini bulamadık. Haber, Rum şirket tarafından basına duyurulmuş. Sizlerle de paylaşmak istedik.
Kıbrıs’ta sadece sorunlar, çözüm planları, referandumlar, baskılar, oyunlar yok. Hüseyin Ömer gibi insanlar da var!
Kahvenizden böcek çıkarsa
Bu yaz buralarda fredoccino ‘in’, başka ne kahve türü varsa ‘out’. Geçen yazın bir numarası buzlu capuccino yani fredo’nun pabucunu dama atan fredoccinoyu Yunanlılar pek sevdi.
Geçtiğimiz günlerde ‘Suyun Öte Yanından’ olarak küçük bir anket yaptık. Atina’nın sosyete semti, hani İstanbul’umun Nişantaşı’sı sayılabilecek Kolonaki’nin meydanında yan yana dizili kafeleri dolaşıp, koltuk ya da sandalyelerde kimler oturuyor yerine masalarda ne içiliyor diye araştırdık.
Herhangi bir kafede oturduğunuzda, bu ülkenin başbakanından tutun da, en ünlü sanatçısının, futbolcusunun, işadamının önünüzden geçip hatta sizi selamlaması mümkün.
Kolonaki’deki anketimiz her üç içecekten birisinin fredoccino olduğu sonucunu verdi. Anlayacağınız espresso, capucino, filtre kahve hatta Yunanlıların neredeyse ‘milli’ kahvesi sayılan frappe’ye itibar yok.
Fredoccino, espresso kahve ile toz çikolatanın az su ile katı bir köpük yapıncaya kadar çırpılmasından sonra biraz süt ve tercihe göre vanilya, çilek ve karamel aroması eklenerek hazırlanıyor.
EN BECERİKLİSİ YUNANLI
Söz kahveden açılmışken, Türk kahvesi ile Yunan kahvesi arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları bir başka yazıya bırakarak, mizah içerikli bir Yunan web sitesinde ‘Kim, kahvesinde bir böcek gördüğünde ne yapar?’ başlıklı yazıdan bazı bölümleri de aktarmak istiyoruz:
İngiliz: Kahve fincanını fırlatıp gider.
Amerikalı: Böceği kahveden çıkarıp içmeye devam eder.
Çinli: Kahveyi bir kenara bırakıp böceği yer.
İsrailli: Kahveyi Amerikalıya, böceği de Çinliye satar.
Yunanlı:1) Böceği kahveden çıkarır. Kahveyi bir güzel içer. İkinci bir kahve ısmarlar, yarısını içtikten sonra içine böceği fincana atıp ‘olmaz böyle şey’ diye bağırmaya başlar. 2) Garson kendisini sakinleştirmeye çalışır ama nafile. Yüksek sesle durumu polise şikayet edeceğini, sağlık bakanlığını arayacağını ve kafeyi kapattıracağı tehditleri savurur. Müessesenin sahibi ikramlarla gönlünü almaya çalışır. Börek çörek ne varsa. 3) Midesinde rahatsızlık hissettiğini, hastaneye gidip muayene olacağını söyleyince pazarlık kızışır. Sonunda kafenin sahibinden para ödemeden ömür boyu yiyip içmek tavizini kopartır. 4) Başından geçenleri, daha doğrusu marifetini arkadaşlarına anlatır. Hepsi sırayla ceplerinde birer böcekle kafeye gelir, kahve ısmarladıktan sonra etrafa çaktırmadan böceği fincana atarlar ve aynı tehditler başlar. 5) Kafe sahibi bu durumla artık başedemeyeceğinden müessesesini kapatır. 6) İntikam duygusu ile yanıp tutuştuğundan haşarat ilacı üreten bir fabrika kurar.