İki mezar, birkaç dal ve bir avuç toprak

Papandreu merhum dostu İsmail Cem’in mezarına birlikte diktikleri zeytin ağacının dallarından bırakırken, Midilli’de CHP’li Kemal Anadol bir Rum’un mezarına bir avuç toprak bırakıyordu.

Yorgo Papandreu, “Yunan başbakanı ilk yurtdışı ziyaretini Kıbrıs Rum Kesimi’ne yapar” geleneğini bozarak, Atina’da şaşkınlık, Rum tarafında ise biraz endişe, biraz da mırıldanmaya yol açtı ani İstanbul ziyaretiyle. Papandreu, 10 yıl önce kendisiyle aynı davaya gönül veren (Türk-Yunan yakınlaşması) merhum İsmail Cem’in mezarına gittiği sırada, Ayvalık’ın karşısındaki Midilli Adasında yine bir mezar başında, Nikos Hacımakris’in mezarı başında yine anlamlı bir ziyaret gerçekleşiyordu. /images/100/0x0/55eb1ed6f018fbb8f8ac7c09
1909 yılında, o zamanki adı “Kasaba” olan Turgutlu’da doğmuştu Niko... 1919’da Yunan ordusunun Turgutlu’ya, 1922’de de Türk ordusunun İzmir’e girişini yaşamıştı. O yıllarda onca insanlık dramına şahit olmuştu.
Midilli’ye kaçmıştı. Köylüydü, toprağı bilirdi. Yine toprakla uğraştı yeni yurdunda. Evlendi, üç çocuk sahibi oldu. Yıllar yılları kovaladı ve memleketi Kasaba’yı taaa 79 yaşında olduğunda görebildi yeniden. Aynı yolda yürüdü, aynı toprağı kokladı. Ve iki ay önce göçüp gitti bu dünyadan Nikos Hacimakris.
Sevdiği bir dostu gelmişti mezarı başına. Memleketten de toprak getirmişti. Başbakan Papandreu İstanbul’a gelirken 2001 yılında Sisam Adası’nda Türk-Yunan dostluğunun sembolü olarak İsmail Cem’le birlikte diktikleri zeytin ağacından dallar getirmişti beraberinde. Papandreu dalları İsmail Cem’in mezarına bırakırken, Hacımakris’in arkadaşı da beraberinde getirdiği Kasaba, yani Turgutlu toprağını serpti mezara.

AYNI GÜN, SUYUN ÖTE YANI

O gün CHP Grup Başkanvekili ve İzmir milletvekili Kemal Anadol da, Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ ile birlikte Hacimakris’in mezarı başındaydı.
Sekiz yıl önce tanışmışlardı. Kemal Anadol, Kurtuluş Savaşı yıllarında Foça-Ayvalık-Midilli üçgeninde yaşanan ve Ege’nin her iki yakasında oturan halkların belleklerinde derin izler bırakan olayları gerçekçi ve son derece yalın bir dille anlattığı “Büyük Ayrılık” kitabını yazarken... Defalarca Midilli’de buluşmuşlardı. Niko hep başından geçen onca şeyi anlatırdı.
Eminim İsmail Cem de, Nikos Hacimakris de, oldukları yerden dostları Yorgo Papandreu ile Kemal Anadol’u seyrediyordu.

Bir vagonun öyküsü

Öykümüz bir tren vagonu. Nasıl bilinmez 2. Dünya Savaşı sırasında, Nazi işgali altında bulunan Yunanistan’a, Selanik’e getirilmiş. Kimse de pek önem vermemiş. Tam 33 yıl Atina-Selanik seferi yapan trenlerde lokanta vagonu olarak kullanılmış.
Eskimiş, mutfak bölümü de zamanın ihtiyaçlarına cevap veremez olmuş. 1978’de Selanik’teki tren mezarlığına terk edilmiş. Bu kez yeni müdavimleri uyuşturucu müptelaları ya da evsizler olmuş. Az değil, 15 yıl da onlar hırpalamış yaşlı vagonu.
Günün birinde Eftimios Kontzopulos adlı trenlere meraklı birinin dikkatini çekti. Uzun araştırmalardan sonra adam Yunan devlet demiryollarının kapısını çalıp, “Beyler bu vagonun şanlı bir tarihi var. Paris-İstanbul hattında işleyen ünlü Orient Express’in (Doğu Ekspresi) vagonu bu” deyince yetkililer kulaklarına inanamadı. Araştırıldı, soruşturuldu. Sonunda, kaderine terk edilen vagonun efsanevi trenin restoran vagonu olduğu anlaşıldı.
Kimbilir zamanında deri sandalyelerine hangi krallar, hangi devlet adamları, hangi sanatçılar, hangi zengin işadamları oturdu. Kimbilir zamanında ahşap masalarında duran kadehler tokuşturulduğunda ne aşk, ne intikam yeminleri edildi.
Vinçlerle taşındı 50 tonluk ağırlık tren müzesine. Boyandı onarıldı. Aslına sadık kalınarak ilk şekline dönüştürüldü. Tahta oya gibi işlendi. Perdeler ağır pahalı kumaştan.
Şimdilerde özellikle hafta sonları öğrencilerin ziyaretiyle dolup taşıyor. Halinden memnun sanki. Ama dili yok ki şanlı tarihini anlatsın çocuklara. “En azından Agatha Christie’ye ilham kaynağı oldum. En azından Dedektif Hercule Poirot’a esrarengiz cinayetleri çözerken yardım ettim” diyebilirdi.

Dedektif Haritos İstanbul’da

Yunanistan’da polisiye romanların bu dönem bir numaralı yazarı İstanbullu Rum Petros Markaris. Yazar İstanbul’da doğdu ve Avusturya Lisesi’nde okudu. Sonra diyar diyar gezdi.
Romanlarında kahramanın adı “Dedektif Haritos”. Cinayet masasında çalışan aklı başında, ölçülü, ahlaki değerlere önem veren bir polis... Karısının dırdırından bıkan bir koca, kızının haylazlıklarından usanan bir baba...
Markaris’in son romanı “Eskiden Çok Eskiden” İstanbul’da geçiyor. Dedektif Haritos karısıyla İstanbul’a gidiyor. Önce gezip tozuyor, yiyip içiyor. İstanbul’un güzelliklerini yaşıyor. Ancak birkaç gün sonra her zamanki gibi başı belaya giriyor. Yunanistan’ın Drama şehrinde yaşayan kökeni Pontuslu yaşlı bir kadın Karadeniz’de bir dizi cinayet işliyor. Dedektif, yaşlı kadının bir sonraki cinayetini önlemeye çalışıyor. Bu arada “Murat” adlı bir Türk dedektifle de işbirliği yapıyor. Romanları TV dizilerine dönüştürülen Markaris öyle medyatik biri değil. Okuduğum ender demeçlerinden birinde şunları söyledi:
“İster hoşumuza gitsin ister gitmesin İstanbul 1453’te bitmedi. Aksine İstanbul 1453’ten sonra yeni boyutlar kazandı. Eğer doğruyu söyleyeceksek camiye dönüştürdükleri Ayasofya hariç Türkler hiçbir şeye dokunmadı. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi de o zamanlar İstanbul’da ibadet için öyle büyük bir caminin bulunmamasındandır. Roma veya Siena, Rönesans şehirleridir. Paris her zaman batıydı. Doğu ile batı sadece İstanbul’da birlikte yaşıyor. İstanbul’u diğer dünya şehirlerinden farklı kılan kokusu ve kolaylıkla bir kültürden diğer kültüre geçebilmesidir”.
Hemşehrim, soydaşım Petros Markaris ile mutlaka tanışacağım. İstanbul aşkımız bunu gerektiriyor.
Yazarın Tüm Yazıları