Uzak diyarlardan business class mevkiinde uçan aşk tanrısı Eros, Atina’daki Elefterios Venizelos Havaalanı’nın dışhatlar geliş bölümünde "bunda yürek var, bunda yok" deyip, kimseye görünmeden voltasını atarken, uzun sarı saçlarının, melek gibi masum yüzünü örtmemesi için itina gösteren genç bir kadın, yaşı başı ve hali vakti yerinde erkeğe yaklaşarak elindeki parayı uzattı:
"Acaba 10 Euro bozuğunuz var mı? Valizim ağır, araba alacağım, 1 Euro gerek".
Herhalde epeydir "bunda yürek yok, bunda da yok, bunda da" diyordu Aşk Tanrısı... Bir an şaşıran erkeğin düşünmesine fırsat vermeden, okunu aldı, yayına taktı, gerdi ve zınnnn.. Yine tam isabet:
"Rica ederim. Buyurun 1 Euro vereyim. Ayrıca valizinize de yardımcı olayım."
Kadın 20 yaşında. Ukraynalı Anna Kulieva. Ülkesinde, üniversitede okuyor. Yunan dili ve edebiyatı. Ayda 250 Euro’luk bursla 90 gün için dil öğrenimine gelmiş.
Adam 53 yaşında, Yunanlı Kostas Lulis. Ülkesinde "un imparatoru." Zengin mi zengin. Üstelik tanınmış köklü bir aileden. Evli ve boyundan büyük bir oğlu, bir de kızı var. Ayrıca, çok dindar. O kadar ki, 1990-93 arasında Ortodoks áleminde "keşişler diyarı" olarak bilinen Kuzey Yunanistan’da Halkidiki Yarımadası’ndaki özerk yönetimli Aynoroz’un "sivil yöneticisi" yani guvernörüydü.
Genç kadın teşekkür etti. Erkek, gözlerini bir an bile üzerinden ayırmadığı genç kadının valizini aldı. Çıkışa doğru yöneldiler.
Aşk Tanrısı, bahse girerim ki "Elalem kart bir zampara ile bir Nataşa’yı nişanladım sanacak. Amaaan varsın öyle sansın. Ben yüreği olan bir kadın ile bir erkeği seçtim" diyordu arkalarından.
Reddetmedi genç kadın. Yolda, telefon numaralarını verdiler birbirlerine.
Serveti epey sıfırlı Kostas Lulis, muhafazakarların yaşadığı Volos şehrindeki evine, ailesine gitti. İşine verdi kendini, un fabrikalarına.
Yaz da gelmişti. Geceler uzun, sıcak. Herhalde 27 yıllık eşiyle tatil hayalleri kuramıyordu artık.
Neden, niçin sormayın, ben de bilmiyorum, bir gün aradı işte Anna’yı. Sonrasında, sonrasında Volos limanından dilere destan yatıyla Ege adalarına yelken açtılar. Masmavi deniz, bembeyaz küçük evler.
Tam 10 gün sürdü yolculuk. Her gün de bir sürpriz yapıyordu sevdiğine.
Canım Skopelos Adası’nın kuytu bir yerinde demir atmıştı tekne. Bir sabah birlikte yakındaki mağaraya yüzdüler. Kayalığa çıktıklarında Anna’ya "Şu taşı gördün mü? Altında sanki bir şey parlıyor" dedi.
Anna taşı kaldırdı.
İsminin başharfinin yazılı olduğu pırlanta bir yüzük...
Sürprizin böylesi. Bir gün öncesinden böyle bir jesti düşünebilmek. Kızanlar çıkabilir ama bence helal olsun..
Anna, şekli şemali masalardakine pek uymasa da düşlediği prensi bulmuştu. Kostas, kendinden tam 33 yaş küçük bir kadının gözlerinde yakalamıştı aşkı.
Yoo öyle üç, beş günlük bir gönül macerası uğruna her şeyi havaya uçuracak adam değildi. Sadece aşıktı. Sadece hayatını Anna ile yaşamak, sadece onun saçlarından yakalamak istiyordu baharı... Vicdanı, beyni ve kalbi ile çok mücadele etti. "Kim ne derse desin. Servetimin bir bölümünü bu genç kadın tüketse bile ne olur" diye düşündü en sonunda.
Volos’taki evine, ailesine döndüğünde birkaç ay bekledi. Gizli gizli buluşuyordu aşıklar. Sonra onca yıldır aynı yastığa baş koyduğu karısına boşanmak istediğini söyledi. Kıyamet koptu. Hazırlıklıydı, aldırmadı.
"Aaa körolası, bu yaşında azdı" demek zor değil. Bir düşünsek şöyle, kaçımız, sorunsuz ancak hiçbir faydası da olmayan evlilikler yaşadık-yaşıyoruz? Ve kaçımız bu tip evliliklerin sadece güzel anılarını (mutlaka vardır) tutup aklımızda "hadi eyvallah" diyebildik?
Kostas Lulis, dedim ya az önce, dindar adamdı. Bir zamanlar yöneticisi olduğu Aynoroz’un yolunu tuttu. Bir zamanlar tanıdığı ihtiyar keşişlere sevdiğini, Anna’sını anlattı. Yol göstermelerini istedi "ruhani baba"larından. Kimi "Tövbe de... Yaptığın zina. Büyük günah işliyorsun" kimi ise "din aşkı takdis eder" nasihatinde bulundu.
Aynoroz’dan dönüşünde önce eşi ve kızıyla masaya oturdu ve milyonlarca Euro değerindeki gayri menkullerini devretti. Sonra da oğluna fabrikalarının yüzde 51 hissesini.
Geçenlerde Ukrayna’nın başkenti Kiev’de peri masallarındaki gibi bir düğünle evlendi Kostas ile Anna.
Genç eşine, bu defa Rus Çariçesi Katerina’nın taktığı paha biçilmez kolyenin bir benzerini hediye etti.
Ve kiliseden el ele çıkarken "Eğer cennet varsa, o zaman cennet gözlerinde" diye fısıldadı.
Balayındalar, nerede bilmiyorum...
ÜÇ OLGUN ADAMIN GECESİ
Stelyo, Levon ve Yorgo o unutulmaz salı gecesi 21.00 sularında buluştu. Uzun gece akşam yemeğiyle başladı. Kaşar peynirinin içinde eridiği tavuk rulosu, minnacık yuvarlak patates ve Yorgo’nun kurduğu turşu.
Saat 21.45: Birbirlerine iyi şanslar diledi üç "olgun" adam...
Saat 21.55: Tuhaf tuhaf baktılar birbirlerine. Kafalarını "olmadı yine" dercesine bir sağa bir solla salladılar.
Saat 22.05: Yorgo birden bire koltuktan fırladı ve koskoca bedenini yere attı. Levon bağırıyordu. Stelyo yerinde kıkır kıkır gülüyordu. Stelyo, yapısı itibarıyla "ağır" adamdır. Sözgelimi çekirdeği elinin iki parmağından ağzına götürmesi, eğer güzergahta yere düşmezse, hayli zaman gerektirir. Ama bakışları daha hızlıdır.
Saat 22.15: Bir parmak içki içse enginlere yelken açmakla tanınan Levon "Bana bir kadeh buzlu viski getirin. Bu gece uzun" dedi. Stelyo dedik ya "ağır" adam Levon’a şöyle bir bakıp kafa salladı. "Bence de" filan demesi vakit alır. Çocukluğundan beri korku filmlerini izlemeyen Yorgo ise yerinde duramıyor, evin dört bir yanında dolaşıp duruyordu nedense.
Saat 22.25: Üçünden de aynı anda aynı küfür sesi yükseldi. Oysa tam da umutlanmışlar, tam da sevinmişlerdi...
Saat 22.35: O gece daha yaşanacaklarla ilgili koyu bir sohbete daldılar. Birbirinden farklı fikirler çarpışıyor. Yaşasın demokrasi...
Saat 22.45: Kásede çekirdek kalmadı.
Saat 23.20: Yorgo yine fırlayıp kendini yere atıyor. Bu defa başka versiyonda. Cebindeki bozuk paralar etrafa saçılıyor. Yerde el, ayak kıvranıyor. Günahı ne ki bilinmez, parke zemine vuruyor. Levon, sevinçten mi yoksa bir kadeh viskinin tesirinden mi meçhul, o anda Stelyo’nun kucağına oturuyor. Stelyo, dedik ya "ağır" adam, buna rağmen yerinden kalkacakmış gibi hareketler yapıyor. Ama şanına şöhretine gölge düşürebileceği düşüncesiyle vazgeçiyor.
Saat 23.30: Umut capcanlı. Üçü de sevinç içinde ama 30 dakika daha nasıl geçer?
Saat 24.00: Geceyarısı... Rus ruleti oynamanın vakti mi şimdi? Levon, viskiden hızını alamamış şampanya olsa içerim diyor. Yorgo, yılbaşından kalma gazoz şişesi boyutunda bir şampanya olduğunu söylüyor. Stelyo, bu konuşmaları gülümseyerek izliyor.
Saat 00.20: Yorgo, başka nerede olacak, yine yerlerde sürünüyor. Kalkıp bir ara Stelyo’nun koluna art arda bilmem kaç yumruk indiriyor. Levon ile kucaklaşıyor. Şampanya açılıyor..
Saat 02.30 "Eğer kalp krizi geçirmediysek bugün, sağlamız" diyerek vedalaşıyor üç "olgun" adam.
Fenerbahçe’min yazdığı İspanya destanını 48 ile 49 yaş arasında kararsız bendeniz, 59 yaşındaki eniştem Levon ve 62 yaşındaki kuzenim Stelyo işte böyle yaşadık.
"Sarakosti" öncesi "Kathari Deftera" arifesinde "Apokries" vardı ve binbir kıyafete bürünüp binbir şekilde eğlendi insanlar buralarda.
"Sarakosti," Paskalya Bayramı öncesi 40 gün süren oruç dönemi. "Kathari Deftera" bu orucun ilk günü olan "Temiz Pazartesi", "Apokries" de (Apukurya) geniş anlamda oruç arifesi, yasaklar öncesi son günler.
Cumartesi ve pazar acayip keyifliydi Atina. "Apokries" münasebetiyle düzenlenen karnavalların en ünlüleri Patras ve İskeçe şehirlerindekiler ama başkent de pek geri kalmadı. Gündüz, orta hallillerin semtlerinden Moshato’da geçit töreni vardı. Brezilya’dan dans topluluğu bile getirmişler. Gece ise turist semti Plaka ile eğlence merkezi Psiri’de iğne atsanız yere düşmezdi.
Birbirlerine konfetiler atıyor, kar spreyi sıkıyordu insanlar. Çoğunun ellerinde plastik sopalar, geçenin kafasına, sırtına vuruyorlar.
Kızmak yok. "Ulan sen bunu nasıl yaparsın" filan demek de...
Prenseslerin, korsanların, papazların, hayat kadınlarının, süperman’lerin, dansözlerin, gorillerin gecesi. Herkes bir kıyafete bürünmüş dolaşıyor, gülüyor, eğleniyor işte.
Pazartesi, yani "Temiz Pazartesi"nde uyandığımda şehrin iki büyük tepesinden birisi olan Likavitos’dan salıverilen rengarenk uçurtmalar gördüm gökyüzünde.
Adettir, uçurtma günüdür "Temiz Pazartesi." Yenen yemeği de ekmeği de özeldir bu günün. Mayasız, susamlı "Lagana" yenir. Kırk günlük orucun ilk günüdür ve et, balık, süt ürünleri filan yenmez. Kan yok ya içinde, gelsin kalamarlar, ahtapotlar, karidesler, ıstakozlar. Gelsin helva, zeytin, salatalar. Şarap da geri kalmasın. Kadehler dolsun.
Halk gelenekleri, dini vecibeleri çok ama çok değiştiriyor bazen. Bence iyi de oluyor.
Sözgelimi "Temiz Pazartesi"de ayıp mı ayıp sözleri, dil sürçmesiymiş gibi söylemek, ayıp mı ayıp şeyler çağrıştırmak adetini, din duysa öfkesinden çatır çatır çatlar.
"Sarakosti" yani oruç dönemi taa Paskalya Bayramı’na kadar sürecek. Din adamlarından ve dindar yaşlılardan başka pek kimse 40 gün oruç tutmaz buralarda. Halk için oruç dönemi 4-5 gün, bilemediniz en fazla bir hafta sürer.