Tertemiz sahilleri, hani içesin gelen masmavi suları, bembeyaz küçük evleri, daracık sokakları, Tanrı’nın bahşettiği canım balıkları, deniz ürünleri ve serin sarapları olan Yunanistan’ın onca adası yanı başında iken, yaz ortasında 3-4 günlük kaçamağı ancak İstanbullu bir Rum Büyükada’da geçirir.
Efendim, İstanbul’da, bendeniz gibi Boğaz semtlerinin çocukları, yazları Kınalı’yı, Burgaz’ı, Heybeli’yi ve Büyükada’yı ziyaret etmeyi "ihanet" sayardık. Yaz bizler için Bebek, Tarabya, Büyükdere demekti. Dört tarafı denizle kaplı kara parçalarını "sürgün yeri" bilirdik. Boğaz insanını, ada insanından daha özgür kabul ederdik. Koskoca bir yazı, bisiklete binmek ya da adaların belirli noktalarından denize girmekle geçirmeyi son derece sıkıcı bulurduk.
Adaların geceleri de monotondu bizim için. Her adada tek bir sinema, beğensen de beğenmesen de oynayan filmi seyretmek ya da aynı sahilde birkaç yüz metreyi bir aşağı bir yukarı turlamak. Oysa, bugün Rumelihisarı, yarın Ortaköy, öbürgün Sarıyer’de geçerdi biz boğazlıların yaz geceleri.
DEĞİŞİME DİRENDİLER
Tabii adaları sevmememizin sosyal ve ekonomik nedenleri de vardı. Adalarda babaları zengin Rum çocukları, kulüplere üye olup yüzme havuzuna gider, sutopu ya da kortlarda tenis oynarlardı. Yüklü paralar verip ışıklandırılmış basketbol sahalarında minyatür kale futbol maçları da adaların özelliğiydi.
Ada "düşmanlığımızın" bir başka nedeni ise güzel Rum kızlarının yazları adalara gitmesiydi. Bütün kış flört ettiğiniz kız, haziran geldi mi ailesiyle kalkıp adaya gidiyordu. Orada ne yapar? Ne yer ne içer? ..
Yıllar yılları kovaladı, zamanlar değişti, melodiler de öyle. Tarabya, Bebek, Büyükdere değişti. Plajlar kapandı, denizi sadece seyreder olduk. Sahillerde "Ooo Ahmet Bey de eşi ile buyurmuşlar, hoşgeldiniz efendim. Oturmayın canım. Oynayın. Buraya oynamaya geldik" diyen piyanist-şantörler imparatorluklarını ilan ettiler.
Çocukluğumda top oynadığımız viraneler de kalmadı, meyvelerini koparmak için tırmandığımız ağaçlar da. Adalardan gelen "mesajlar" ise farklıydı. İstanbul’un değişiminden alıyorlardı paylarını almasına ama yine de direniyorlardı.
İşte Büyükada’yı, Heybeli’yi, Burgaz’ı öyle bir dönemde keşfettim. Sonra da hep sevdim. Faytonlarını, çamların kokusunu, kafelerini, çarşılarını sevdim. İnsanlarını. Sonra da çocukluk yıllarımdan eser kalmamış boğaza "ihanet" ettim hep. Burgaz’ın, Büyükada’nın çocukluk aşklarıma verdiği zararı unuttum.
Şimdi Ege’de onca cennet parçaları varken kaçamak neden adalara diyorsanız, cevabı bugünlerde benim gibi Atina’dan kalkıp Kınalı’ya, Burgaz’a gelmiş pek çok hemşerim veriyor.
İstanbulluyuz işte..
BÜYÜKADA İZLENİMLERİ
Yolların durumu ne öyle? Üç-dört ay yaşayan bu yerde en azından kaldırımlar boyansa çok mu pahalıya patlar? Ayrıca, Sahildeki restoranlar bittiğinde pırıl pırıl olması gereken yürüyüş yeri niye bakımsız?
Eğer konaklayacaksanız ve eğer ön cephedeki odalardan birisini tutma şansınız varsa Splendid Oteli’nden şaşmayın. Balkondan manzaraya doyulmuyor. Splendid eski bir otel, ancak adada "yeniyim" diyenlerden daha iyi. Üstelik iki yıl öncesine kıyasla buraya çeki düzen verildi. Havuzu huzur veriyor.
Hayvan sevgisi tamam da o kadar başıboş kedi ve köpek niye? Yetkililer illa da önce bir olay yaşanmasını mı bekliyor? Hayvanlar da bir garip olmuş galiba. Martılar ağızlarını açıp insanların arasından uçuyor. Bizzat şahit oldum. Kedinin biri çarşıdaki lokantanın yanıbaşındaki ağaca tırmanmış, garson süpürge sopası ile indirmeye çalışıyor. Kedi "delikanlı" olsa gerek kaçmıyor, hatta sinirlenip ayağı ile sopayı itiyor.
Büyükada sahilindeki restoranlar arasında en çok Lido’yu beğendim. Malum yaz, balık seyrek. Levrek buğulamayı deneyin.
Cumartesi ve pazar günleri adada iskelenin birkaç yüz metre ötesinde denize girenlerin manzarasını bir an önce unutmak istiyorum.
Geceleri ada meydanında gençlerin buluşması ve sohbetleri ne güzel, ne eşsiz bir görünüm. İnsanın ah keşke gençlik iki defa yaşansa diyesi geliyor içinden. Aralarına karışın gençlerin, umut, mutluluk saçıyorlar.
Büyükada’da belediyenin başarılı kültür etkinlikleri var. Sözgelimi son gününe yetiştiğim festivalde Nilüfer’in halk konseri pek güzeldi.