Bir klasiğin öyküsü

Spiros, Pire limanı yakınlarında cüzi bir parayla ilk imalathanesini açtığında, ölmeden önce babasının kendisiyle paylaştığı sırrı hep aklında tutuyordu: "Her yeni üretimde fıçılara mutlaka bir önceki üretimden az bir miktar ekleyeceksin."

Formül de aile sırrı: Sultaniye’den başka, Yunanistan’a has Savatiano ve siyah Korint üzümleri, Sisam ve Limnos adalarında üretilen tatlı beyaz şarapla (muscat) evlendirilir, aroma cümbüşü binbir otun birleşimi bu nikaha şahit olur. Hep birlikte yıllarca meşe fıçıları içinde yaşarlar.

Takvimler 1888’i gösteriyordu ve Spiros imalathanesinde üç yıl süren hazırlıklardan sonra nihayet fıçıları, o yaklaşık 120 yıldır değişmeyen tat ile doldurmaya başladı. Hem ürün iyi idi, hem de Allah "yürü ya kulum" dedi. İşi büyüttü. İki kardeşini İlias ile Aleksandros’u ortak yaptı. Ünü ve satışlar kısa sürede Yunanistan’ı aştı. Ta Odessa’da, ta İstanbul’da duyulmaya başlandı. Baktı ki ihracatla başa çıkamıyor, İstanbul’da da bir imalathane açtı. Mısır’dan Romanya’ya, Rusya’ya kadar mal satıyordu. ABD’ye ilk ihracatı yaptığında, tam 36 bin kasa sattı Atlantik ötesine. Aile şirketi, ABD’deki içki yasağından pek etkilenmedi. Yeni pazarlar buldu kendine: İran, Avustralya, Hindistan.

Spiros 1909’da öldü. Birkaç sene sonra da kardeşi Aleksandros. Dul eşleri Despina ile Angeliki geçtiler işin başına. Sonra da çocukları...

2. Dünya Savaşı’na dayandı şirket. Alman işgaline rağmen bacasından hep duman tüttü. Mis gibi kokan duman.

1968’de Pire’deki imalathaneyi kapattılar. Atina’nın kuzey banliyösünde koskoca bir fabrika vardı artık. Koskoca bir isimdi artık onlar. Tam 110 ülkeye ihracat yapıyorlardı ve yıllık satışları 500 bin kasayı geçmişti.

Liberal ekonomiler, globalizasyon derken 100. kuruluş yılını kutlarken şirket yabancılara satıldı. Önce Hollandalılar aldı, son sahibi ise Fransızlar. Remy Cointreau grubu.

Tadı, büyüsü hálá aynı. Yıllık üretimi her biri 9 litrelik tam 900 bin kasa. 2005 yılında satışları 36 milyon Euro düzeyinde oldu.

Hani Yunanistan’ı ziyaret ettiğinizde dostlarınızın sipariş ettiği, ya da Yunanistan’a gelen bir dostunuzdan getirmesini istediğiniz "Metaxa" brandy’sinin öyküsü işte böyle.

Üç, beş ve yedi yıldızlısı var. Bir de fıçılarda 20 yıl bekletilen "Prive Resevre"si. Bence, klasikten şaşmayın ve şişenin etiketindeki yıldız sayısı beş olsun. Ağzı dar, göbeği geniş kanyak bardağını ısıtıp, bir Türk kahvesi ya da espresso ile birlikte içmeyeceksiniz Metaxa’yı, portakal suyu ve buzla çırpıp serin serin tadın. Tabii bardağın ağzına biraz da toz şeker..

Spiros, Pire limanı yakınlarında cüzi bir parayla ilk imalathanesini açtığında, ölmeden önce babasının kendisiyle paylaştığı sırrı hep aklında tutuyordu: "Her yeni üretimde fıçılara mutlaka bir önceki üretimden az bir miktar ekleyeceksin."

Formül de aile sırrı: Sultaniye’den başka, Yunanistan’a has Savatiano ve siyah Korint üzümleri, Sisam ve Limnos adalarında üretilen tatlı beyaz şarapla (muscat) evlendirilir, aroma cümbüşü binbir otun birleşimi bu nikaha şahit olur. Hep birlikte yıllarca meşe fıçıları içinde yaşarlar.

Takvimler 1888’i gösteriyordu ve Spiros imalathanesinde üç yıl süren hazırlıklardan sonra nihayet fıçıları, o yaklaşık 120 yıldır değişmeyen tat ile doldurmaya başladı. Hem ürün iyi idi, hem de Allah "yürü ya kulum" dedi. İşi büyüttü. İki kardeşini İlias ile Aleksandros’u ortak yaptı. Ünü ve satışlar kısa sürede Yunanistan’ı aştı. Ta Odessa’da, ta İstanbul’da duyulmaya başlandı. Baktı ki ihracatla başa çıkamıyor, İstanbul’da da bir imalathane açtı. Mısır’dan Romanya’ya, Rusya’ya kadar mal satıyordu. ABD’ye ilk ihracatı yaptığında, tam 36 bin kasa sattı Atlantik ötesine. Aile şirketi, ABD’deki içki yasağından pek etkilenmedi. Yeni pazarlar buldu kendine: İran, Avustralya, Hindistan.

Spiros 1909’da öldü. Birkaç sene sonra da kardeşi Aleksandros. Dul eşleri Despina ile Angeliki geçtiler işin başına. Sonra da çocukları...

2. Dünya Savaşı’na dayandı şirket. Alman işgaline rağmen bacasından hep duman tüttü. Mis gibi kokan duman.

1968’de Pire’deki imalathaneyi kapattılar. Atina’nın kuzey banliyösünde koskoca bir fabrika vardı artık. Koskoca bir isimdi artık onlar. Tam 110 ülkeye ihracat yapıyorlardı ve yıllık satışları 500 bin kasayı geçmişti.

Liberal ekonomiler, globalizasyon derken 100. kuruluş yılını kutlarken şirket yabancılara satıldı. Önce Hollandalılar aldı, son sahibi ise Fransızlar. Remy Cointreau grubu.

Tadı, büyüsü hálá aynı. Yıllık üretimi her biri 9 litrelik tam 900 bin kasa. 2005 yılında satışları 36 milyon Euro düzeyinde oldu.

Hani Yunanistan’ı ziyaret ettiğinizde dostlarınızın sipariş ettiği, ya da Yunanistan’a gelen bir dostunuzdan getirmesini istediğiniz "Metaxa" brandy’sinin öyküsü işte böyle.

Üç, beş ve yedi yıldızlısı var. Bir de fıçılarda 20 yıl bekletilen "Prive Resevre"si. Bence, klasikten şaşmayın ve şişenin etiketindeki yıldız sayısı beş olsun. Ağzı dar, göbeği geniş kanyak bardağını ısıtıp, bir Türk kahvesi ya da espresso ile birlikte içmeyeceksiniz Metaxa’yı, portakal suyu ve buzla çırpıp serin serin tadın. Tabii bardağın ağzına biraz da toz şeker..

Atina’da anlamlı buluşma

Arayıp bulması güç oldu, epey vaktini aldı ama başardı. Türkiye’nin Atina Başkonsolosu Beyza Üntuna, İstanbul’daki ünlü Fransız Notre Dame de Sion (NDS) lisesinin tam 33 mezununu tespit etti. 1954 mezunu Eleonora Kairi’yi de, 1984 mezunu Magdalini Gün’ü de. Atina’da yaşayan NDS’nin emekli sekreteri ile emekli İngilizce öğretmeni ile birlikte etti 35, bir de kendisi 36.

Türkiye’den de NDS mezunları derneği başkanı Lale Murtezaoğlu’nun başkanlığında 16 mezun otobüse binip geze geze Atina’ya geldi.

Yunanistan’da ve Türkiye’de yaşayan NDS’lilerin Atina’da buluşması son derece anlamlıydı. Bunu, konuşmacıların söylediklerinden de, bazıları birbirini hiç tanımayan onca kadının birkaç dakika içinde kaynaşmalarından da anlamak mümkündü. Öğretmenler, öğrenciler, okul yıllarını konuştular. Geçmişi yadettiler. Hasret giderdiler.

Bu güzel davete, NDS’nin kardeş okulu Saint Joseph Lisesi mezunlarından, Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu da eşi ile birlikte katıldı.

Türkiye’nin şu köklü okullarındaki "geleneklere" ve "dayanışmaya" hayran kalmamak elde mi?

Selanik’teki börekçi

"Proksenio" (konsolosluk) dediniz mi Selanik’te, kimsenin aklına ABD veya herhangi bir Avrupa ülkesinin konsolosluğu gelmez. Adres sorduğunuzda ya da taksiye bindiğinizde "proksenio" dediniz mi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Selanik Başkonsolosluğu’nu kastettiğiniz varsayılır.

Bahçesinde Atatürk’ün doğduğu evin de bulunduğu Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğu’nun karşısında, küçük bir börekçi dükkanı var.

İçine üç kişi sığmaz, dışarıda ise iki sandalye ile bir masası var. Selanik’in ünlü poğaçasından başka, tost ve kahve satıyor.

Sahibini tanımıyorum, ancak adam "adresin" önemini düşünerek, dükkanına "proksenio" yani "konsolosluk" adını verdi.

Bu "marka"yı da plastik bardaklarına ve kağıt peçetelerine bile bastırdı. Fotoğraf bu "tespitin" kanıtıdır.
Yazarın Tüm Yazıları