Suyun Öte Yanından 2005 yılında başladığında Atina’yı pehlivan tefrikası gibi anlatmıştım. Hep “gelin buralara, burası hayat dolu” diyordum. Artık diyemiyorum. Tadı tuzu kalmadı çünkü bu şehrin...
Perşembe gecesi yağmurlu Atina’nın merkezinde dolaşıyorum. Mesleğim icabı mı ne ilk olarak gazete satan tezgahlara ilişiyor gözüm. Mandallarla iplere asılmış pazar gazetelerini görüyorum. Medya çalışanları cuma ve cumartesi günleri 48 saatlik greve gittiklerinden Pazar gazeteleri Perşembe akşamından çıktı. Haberin güncelliğini, tazeliğini varın siz düşünün. Ekonomik krizden zangır zangır sarsılan, birkaç yıl önce 600 bin olan tirajları 280 bine düşen ve peşpeşe kapanan gazetelerde çalışanlar hiç bu kadar sıkıntı yaşamamıştı. Noel yakın, yılbaşında güzel bir şey arıyor gözlerim... Belediye çalışanlarının grevi nedeniyle haftalardır toplanmayan tonlarca çöp yığını görüyorum. Kokudan yaklaşmak bile imkansız. Havadaki garip kokuysa sadece çöpten değil. Çarşamba gecesi Atina’nın şehir merkezi savaş alanına dönmüştü yine. Kendilerini ‘iktidar karşıtları’ olarak tanımlayan 300-400 kadar şehir eşkiyası ve binlerce polis molotof kokteylleri ve türlü türlü gaz bombalarıyla alevlere dumanlara boğdular burayı. Eylemciler parlamentodan ofisine gitmekte olan eski ulaştırma bakanı Kostas Hacidakis’e meydan dayağı çektiler. Korumaları olmasa linç edeceklerdi. Gazeteciler o gün yine grev yaptıklarından Yunan halkı ne radyolardan ne de televizyonlardan öğrenebildi yaşanan bu üzücü olayları. İlle de güzellik göreceğim diyerek gece turumu uzatıyorum. Nasıl da unutmuşum, pırıl pırıl şehir yahu. Kimi kırmızı, kimi sarı, kimi mor milyonlarca minnacık ampül süslüyor binlerce ağacı. Dükkanların vitrinleri de rengarenk, cezbetmeye çalışıyor her önünden geçeni.
GÖÇMENLER BİLE PİŞMAN
Işıklar, dükkanların vitrinleri tamam da ortalık Noel öncesi için çok tenha. Göz ucuyla dükkanların içine bakıyorum. Bomboş... Her hallerinden sinirli oldukları belli patronlar, ürkek çekingen çalışanlar... Patronlar haklı. Bütün yıl bugünleri beklemişler, üstelik çift maaş da ödeyecekler çalışanlarına ama müşteri ayak basmıyor ki. Çalışanlar da haklı. Böyle bir ortamda yılbaşı sonrası ne olacakları belirsiz. Yeni yasayla işten kovmanın tazminatı artık düşük. Onlarca Afrikalı, Asyalı göçmen imitasyon şeyler satıyor. Fiyatları 5-10 Euro ama onlar bile şikayetçi piyasanın durgunluğundan. Omuzlarımı silkiyorum. Soğuk nedeniyle ağzımdan çıkan dumanla oyalanıyorum. Geçen yıl bugünleri düşünüyorum. Ekonomik kriz patlamamıştı henüz ama şehir merkezi polis kaynıyordu. Yine tenhaydı şehir merkezi. Önceki yıl ise Noel’e iki hafta kala 15 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un polis memuru Epaminondas Korkoneas’ın tabancasından çıkan kurşunla hayatını kaybetmesi üzerine başlayan ve günler süren eşi görülmemiş şiddet ve yağmalama olayları nedeniyle ölü şehirdi burası. Takvimler 1977’yi gösterdiğinde ilk kez ayak bastığım bu diyar çok değil iki yıl öncesine kıyasla ne kadar değişti? Onca güzelim binaların, onca tarihin, onca sinema ve tiyatronun, onca markanın onca ürünlerini satan onca dükkanın, onca kafe ve restoranın bulunduğu Atina şehir merkezi yakın geçmişini geri istiyor ama yok ki duyan... Tertemiz yollar nasıl oluyor da pislik içinde? Dopdolu dükkanlar nasıl boşaldı? Onca insan nereye gitti? O mutlu insanlar nerede? Perşembe gecesi Atina şehir turumu salaş bir et lokantasında tamamlıyorum. Ben varım, hadi iki üç masa daha... ‘Suyun Öte Yanından’ 2005 yılında Hürriyet’te başladığında Atina’yı pehlivan tefrikası gibi anlatmıştım. Hep “gelin buralara” mesajı veriyordum. Burası eğlenceli, burası hayat dolu diyordum. Artık diyemiyorum. Tadı tuzu kalmadı çünkü bu şehrin. Gönül ister ki tez değişsin herşey.