Annem Katerina, ben ve iki ablamı bildiği kadarıyla dindar büyüttü. Her gece uyumadan önce evdeki ikonaların önünde kısa bir dua okurduk.
Yılda iki defa, Noel ve Paskalya bayramları öncesi birer hafta oruç tutardık. Bayram günlerinde mutlaka kiliseye giderdik. İstanbul’da 1960 ve 70’li yıllarda Noel ve Paskalya dönemlerinde özellikle Taksim’deki Aya Triada ile Beyoğlu’ndaki Panayia (Meryem Ana) kiliseleri dolup taşardı. Bayram günleri ya da arifelerinde cemaat adeta bu iki kilisede buluşurdu. Uzak yakın akrabalarımız, öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, küçüklerimiz, büyüklerimiz.
Kilisede hep annemizin yanında durur, büyükler ayini yürüten din adamının dediklerini tekrarladıklarında biz de ağzımızı açıp kapayarak aynı şeyi taklit etmeye çalışırdık. Ayin bittiğinde de avluya çıkar tanıdıklarımızla selamlaşır, tanımadıklarımızla bazen tanışma fırsatı bulurduk. Ablalarım Eli ve Maro nedense ayin bitmeden hep kaybolurlardı. Annem "git çağır" dediğinde, onları yaşıtları delikanlılarla avlunun bir köşesinde katıla katıla gülerken bulurdum. "Erkek" gibi kaşlarımı çatarak "Annem arıyor. Hadi gidiyoruz" derdim. Delikanlıların bana hoş görünme çabalarını tartışmasız terslerdim.
Yıllar yılları kovaladı. Evde akşamları ikonaların önünde dua süresi yarıya indi, sonra da tamamen tarihe karıştı. Oruç ise her defasında delik deşik edildi. Ancak, bayram günleri kiliseye gitmek adeti hiç değişmedi. Ablalarım evlenmiş, eşleri ile geliyorlardı artık. Annemin yanından kaçan bu kez bendim. Avluda genç kızlarla sohbet eden de. Onların "erkek" gibi kaşlarını çatarak "Annem çağırıyor. Haydi gidiyoruz" diyen küçük kardeşlerine hoş görünmek için aklı sıra espri yapan da.
İstanbul’da delikanlılığa ilk adımımı attığım zamanlarda camiye de gitttim, Müslümanların yaptıklarını taklit ederek namaz da kıldım. Türk arkadaşlarla oruç bile tuttuğum oldu. Ama ertesi gün canım bir şeye sıkıldığında, üzüldüğümde, Tanrı’dan yardım istediğimde yine kiliseye gitttim, mumumu yaktım, duamı okudum. Parayla, pulla elde edilemeyen bir zenginliktir bu. Kitaplarda yazmaz, filmlerde de göremezsiniz. İstanbullu Rumum işte. Ve İstanbullu olarak, Ramazan Bayramı’nda Rodos’ta Müslümanlarla birlikte Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilen İbrahim Paşa Camii’nde kılınan bayram namazında hiç yabancılık çekmedim.
Hatırladıklarımı ve orada gördüklerimi elverdiğince tekrarladım. Tabii fotoğraf da çekmeye çalıştım. Camiden çıkarken de ailemin sağlık ve mutluluğu için Tanrı’dan yine yardım istedim. Her kiliseye gittiğimde yaptığım gibi.
Namazdan sonra bayram tebrikleri için gidilen Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi’nin avlusunda ve dışında gördüklerim ise yıllar sonra bana Aya Triada veya Panayia kiliselerinin avlularını hatırlatttı. Aynı anneler, aynı kaçamak yapan kızlar, aynı o kızların peşlerinde koşan erkek kardeşleri. Bence gerçek bir bayram yeriydi kütüphanenin avlusu. Nazik mi nazik hal hatır sormalar, tertemiz güleryüzlü çehreler. Çok yakınımda hissettim o insanları.
Ben nasıl İstanbullu Rum isem, onlar da Rodoslu Türkler işte...
Olur ya bir bayram tatiliniz için nereye gitmekte kararsız iseniz ve havalar açıksa Rodos tüm güzellikleriyle sizi bekliyor.
Rodos’un otobüsleri
Şövalyeler adası Rodos’un tam göbeğinde, 1920 yılında inşa edilen neoklasik belediye binasında başkan Hacis Hacieftimiu, ziyaretine gittiğimiz Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, Sedat Ergin, yardımlarına teşekkürü buradan borç bildiğim T.C’nin yeni başkonsolosu İhsan Yücel ve bendenizi çok sıcak karşıladı. Rodos’un belediye başkanı merkez sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nden, valisi ise sosyalist Pasok’tan. Çıkarları ortak olunca her şey sütliman, işe siyaset karışınca durum değişiyor. Kendisinden aldığımız bilgilere göre, adaya her yıl gelen turist sayısı 1.5 milyonun üzerinde. Bunların 170 bini turistik yat ve gemilerle gelenler. Belediyenin bütçesi 120 milyon Euro ve bunun 85 milyon Euro’luk bölümü merkezden yani Atina’dan gönderiliyor. Başkan Hacieftimiu da Türk vatandaşları için uygulanan vizeden şikayetçi. "Ne yapabiliriz ki AB’nin yasaları öyle" diyor. Adada belediye otobüslerinin filosu yenileniyor. Türkiye’den 8 yeni otobüs satın almışlar.
İstanbul yine İstanbul
Atina dönüşüm İstanbul üzerinden oldu. İstanbul’da kaldığım 20 saat içinde şahit olduğum bir olay da, bu şehirde insanın canının sıkılmasının imkansız olduğunu bilmem kaçıncı kez teyit etti.
Yer Beyoğlu. Balık pazarındaki meyhanelerden birisi. Üç genç kız ve bir delikanlı çıkıyor. İçkiyi fazla kaçırmış olsa gerek, genç kızlardan biri hemen terk edilmiş binanın kapısında kusmaya başlıyor.
Ve işte o anda "mucize" oldu. Üç sokak çalgıcısı yanına gelip çalmaya başladı: "Hatırla sevgili o mesut geceyi"...
Kız kusuyor, adamlar çalıyor: "Beni mecnun etttin, sen de olasın... Aşkımı inkar edersen Allah’tan bulasın."
Delikanlı şaşkın ne yapsın, ne desin? Diğer iki genç kız gülmekten kırılıyor.
O an aklıma sık sık tekrarladığım üç kelime geldi: