Paylaş
Örnek olmam lazım ya, tutuyorum kendimi. Sıkıyorum dişlerimi.
Bir de inanıyorum, bizim çocuklar açlıktan ölmez diye. Genlerimizde açlıktan ölmek yok sanırım.
Ancak yemekten patlarız olacağı budur korkarım.
Esas çok yemek ve oturmaktan muzdaribiz bence. Ondan, “çocuğum yemiyor” diye fenalık geçirmeyin ne olur yalvarıyorum size.
Yemedi diye, tek yediği makarna-pilavı dayamayın önüne, ya da zorlamayın “yiceksin!” diye.
Benim çocukluğum yemek yemeyi canım istemeyerek, yemediğim için nutuk dinleyerek ve o korkunç balık yağı ve malta hülasası denen iştah açıcıları içerek geçti. Sonra da hayatımın baharı olan gençlik ve ilk aşklık yıllarım “tombikcik” olarak kabus oldu bana.
Halbuki şimdi herşeyi yerim, sevmem demem asla!
Mesela, hatırladığım çocukluk anılarım arasında en neti şu dua:
“Allah’ ım,
Lütfen ama lütfen, babam sakın pazarda pırasa, fasulye ve başka sebze bulamasın, alamasın AMİN.
Allah’ ım ben küçük bir çocuğum, annem beni dinleyeceğini söylüyor. Ben “lütfen” diyorum ama beni dinlemiyorsun. Benim babam koca pazardan patates yerine niye pırasa alıyor?
Pırasaları patatese çevirsen ne olur? Ne kaybedersin? Çok AMİN.”
Çocuk aklımla karnıbaharı hastalığa benzettiğim için görünce baygınlık geçirir, kerevizi uzaylı zannetiğim için korkudan habire çişim gelir, “fasulyenin kılçıklı” dendiğini duyup, balık cinsi olarak algıladığımdan“kılçık kalacak boğazımda ölecem şimdi” korkusundan yerken hep öğürürdüm.
Tek sevdiğim şey “annane patatesi” denen patates kızartması idi. Kalın ve odunumsu olurdu.
Plastik değildi gerçekti. Çatlayana kadar yiyebilirdim.
Oysa babam, “dengeli beslenme” denen birşeyden bahsederdi. Ben ise bu bahsetmekte olduğu şeyin, iki dakika sonra, bana doğru namlusu çevrilmiş ve gümbüüür gümbür gelmekte olan:
1- azarlama
2- zorlama
3- “eyvah ya karnıbaharsa!”
Vurucu dalgalarının öncüsü olduğunu bilirdim.
Ama ne zaman arkadaşımın evinde kalma durumları oldu ve o evde “annane patatesi”’ yoktu, iş düştü başa!
Ne varsa onu yemek durumunda kaldım. Ya açlıktan ölecektim ya da annem bir daha beni onlara göndermeyecekti.
“Ye kızım Yonca!”’ yı kendi kendime demem lazım geldi.
Bu arada, bu hiç yemek yemediğim ve Kermit’ e benzediğim dönemde bile, kilom durmuş; ama boyum uzamış yine de!
Demek ki, olan annemle babama olmuş. Amma yalvardılar bana.
İşte ondan olsa gerek, ben çocuklarıma bir kere bile ikinci kaşığı önermedim. “Açlıktan ölüyor” diye içimden geçirsem de zorlamadım. Hele hele hiç yalvarmadım.
“Yaaaa sabır Yonca!” dedim.
“Ben ne bileyim çocuğun kendi damak zevkini, o kendi bilecek tabi” dedim.
Ama yine de denedim.
Yemeklerin faydalarını neşe ile sitemsiz, nutuksuz sevdirmeyi denedim.
Özgür bıraktım, bunaltmadım.
“Yemem” diyeni zorlamadım, hemen sofrayı topladım.
Ama ne oldu...
Üç gün sonra baktım ikisi de geldi yanıma, dediler: “Anne yumurta var mı yumurta?” J
Ben mi?
Büyüdüm.
Benim için karnıbahar vitamin bombası çiğ çiğ yerim labneyle, kereviz hastasıyım, pırasasız bir mutfak odunsuz soba gibi gelir bana, fasulyeye sarılabilirim o kadar seviyorum şu anda!
Sabredin, endişelenmeyin asla…
Genlerimiz de güçlü, mutfak kültürümüz de!
Çok şükür halimize.
Bugün yemeseler bile yarın yiyecekler, sabırlı olalım bence.
Yonca
“LahANA”
Paylaş