Paylaş
Fatoş’ la aramızdaki yaş farkı 74 yıl.
***
Güzelçamlı’ dayız.
Yazlıkta.
Güneş çok güzel parlar oralarda. Mesela, gündoğumunda pespembedir ışık; ama Fatoş’ un odasında eflatunumsu olur.
Panjurların arasından duvara, duvardan da tam Fatoş’ un gözlerinin üzerine o eflatun ışık düşer.
Her sabah.
Güzel bir manzaradır.
***
Fatoş’ u seyrediyorum.
Odasında, uyuyor.
Gözleri örtülü; ama tam kapalı değil. Çünkü hep yarı uyanıktır, tetiktedir çocukluğundan beri. Bir türlü derin uykuya dalamaz.
Ben tam dalmışken, Fatoş uyanıverdi.
- Kahvaltı hazır mı Yaprak?
- Evet hazır Annane, hadi inelim aşağıya.
Merdivenleri teker teker, elleri omuzlarımda, inmeye başladık. Ben ondan bir adım önde, o benden bir adım arkada, yavaş yavaş iniyoruz aşağıya.
Ağırlığını omuzlarımda hissetmek hoşuma gidiyor.
Çok da kilo aldı, son zamanlarda.
“Obur oldun sen Annane!” dedim, kızdı bana:
“Şuna bak sen hele beni alaya alıyor utanmaz. Ben obur mobur olmadım. Bu yaşa gelmişim şimdi yemeyecekmişim de ne zaman yiyecekmişim o yemekleri!” dedi.
Olsun.
Önemli değil.
Ben Fatoşuma dayanak olmayı seviyorum nasıl olsa.
Fatoş yine diken üstünde. Canımı acıtmamaya çalışıyor.
Nasıl acıtabilir ki?
Hep bir rahatsızlık verdiğini sanırdı.
Bir türlü anlayamadı rahatsızlık vermediğini ve onunla ne kadar mutlu olduğumuzu.
O zamanlar, biz de anlamıyorduk sanırım.
Ya da biliyorduk da, yüksek sesle dillendiremiyorduk. Bilindiğini varsayıyorduk.
Söyleyiverseydik ya ona da!
Şimdi çok geç oldu.
Gerek kalmadı anlatmaya.
***
“Yaprak, kahvaltı dediğin bu muydu senin kızım? Hadi git öbür tabakları getir, şu soluk örtüyü de değiştir, hadi Yaprak.”.
“Ya Annane saçmalama! Yalnızız nasıl olsa. Sanki Başbakan mı gelecek kahvaltıya!”.
“Başbakan’ dan bana ne! Kendi karısı bilir. Sen bize kur güzel sofrayı kızım.”.
Ne olurdu bir kere de oturuverse, eksikleri görmese!
Gerçi haksız da sayılmazdı...
Bence de bu örtü pek olmamıştı, tabaklar da çok bayıktı. Hayat kısaydı ve çiçeklerle dolu tabaklar kahvaltımıza neşe katardı.
Ben, o tabakları değiştirmedim.
Fatoş’ da sofraya oturmadı.
Küstü bana.
Ben de küstüm ona.
Fatoş yine dikti gözlerini uzaklara.
Aslında o da çok iyi biliyordu üzgün olduğumu, sırf inat etmiş olmak için inat ettiğimi, özür dilemeyi istememe rağmen gıcıklığına küs kalmaya devam ettiğimi.
Fatoş çok akıllı bir kadındı aynı zamanda.
***
Yaz bitti bitecek.
Ben inatlaşmaktan yoruldum; ama Fatoş yorulmadı.
Yine de biz onunla çok mutluyduk yazlıkta.
“Buralarda ölsem ne iyi olur Yaprak, pek güzel burası...” dedi bir gün bana.
Öylesine,
Durup dururken.
Ama olmadı.
Fatoş dayanamadı bir sonraki yaza.
***
İstanbul’ dayız.
Fatoş teyzemlerde kalıyor. Bakırköy’ deki evde.
Otobüsle taş çatlasa, bir saatlik mesafe bana. Koskoca kış sadece iki kere gidebildim.
Her iki gidişimde de aynı kavga:
“Bak Annane ben buraya senden azar işitmeye, sitem görmeye gelmedim. Seni görmeye geldim. Zaten okul da boğuluyorum!”.
Açıkçası...
Beni boğan okul değildi.
Fatoş’ un değişen çehresiydi.
Çok yaşlanmıştı, zayıflamıştı, çelimsizleşmişti Fatoş. Sanki küçülüvermişti, minik bir çocuk gibi duruyordu karşımda.
Ben alışmışım tabi o dağ gibi kadına.
“Yaprak Allah bana kardeşinin sünnetini de görmeyi nasip etsin, sonra siz saaağ, ben selamet kızım!”
“Annane! Saçma saçma konuşma.” dedim.
Kısaca ve küstahca!
Utandım sonra ama, olan olmuştu o anda.
Elimde değildi.
Sustum.
***
Kış bitti, bahar geldi.
Sünnet günü geldi.
Herkes bizim evde; teyzemler, dayımlar, onların kızları, oğulları, torunlar...
Fatoş’ un en güzel günleri.
Kalabalık aileyi sever, herkes bir arada olsun isterdi.
Fatoş sanki sevimli bir melek gibiydi kardeşimin sünnetinde.
Ben yine onu seyrediyorum, kendi kendime.
Çıt çıkmıyor içimde.
Fatoş yaklaştı yanıma:
“Ne güzel bir gün Yaprak, değil mi kızım?” dedi.
Benden cevap çıkmadı.
Çıkamadı.
Başımı ona doğru çevirip sadece baktım Fatoş’ a.
Fatoş’ da bana baktı. Gözleriyle beni anladığını söyledi gibi geldi bana.
Hiç konuşmadık oysa.
Fatoş’ un o kül rengi gözlerinden korkardım, bazen.
Sadece bakmazlardı insana. Her atılan bakışın bir anlamı vardı, hatta bakışların komutları vardı. Bakışı yedin mi yapılması gereken bir dolu işi vardı...
Fatoş’ la bakıştık işte öylesine...
Uzun uzadıya.
Arkası yarına...*
(Fatma Kolburan güldü, Radyo Ben, Bölüm-3)
HİKAYEYİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
*Bu hikaye bir Radyo Ben hikayesidir ve her hakkı Yonca Tokbaş’ a aittir. Yazardan izinsiz kullanılırsa... yazarın kalbi kırılır. Ayrıca, Radyo Ben logosunun yaratıcısı da İdil Gürkan’ dır, çok teşekkür ediyorum ona J.
Paylaş