Paylaş
Bebeklik resimlerine de bakmıyorum uzun zamandır. Eskiden dallı budaklı, içlerinden konuşma balonları çıkan, günün anlam ve önemini anlatan albümler yapardım. Artık bugünün fotoğraflarını sessiz sedasız kendi içimdeki hikayeleriyle seviyorum. Onlar benim. Biziz.
Birisi sanki büyü yaptı, sanki üzerimize sihirli tozlar serpildi ve hepimiz bir anda çok büyüdük. Öyle inanılmaz dönüm noktaları oldu ki hayatımızda bu sene, hangi birini ne araya sığdırıp sindiriyorum emin değilim.
Senenin ilk haftasından beri ardı ardına gelen inanılmaz olaylarla açtım bu yılı iş yerimde. Hayatımın en acayip tecrübelerinden biri çarptı yüzüme ofiste. Aylarca onunla boğuştum durdum. Tam bitti dedim yenisi baş gösterdi.
O bitmeden daha zaten bi sürü başka şey de vardı hayatımızda. Hangimizin öyle değil ki? Kızım ergenliğe doğru yelken açarken, oğlum olgunluk denen elmanın en ekşi tarafından ısırmıştı yanlışlıkla. Ve biz, çok meşguldük hep o sırada.
Şirkette patrona karşı olan tahammülüm evde çocuklara olmuyor bazen. Ne fena. İşte en saçma şeyde soğukkanlıyken, çocuksu bir hataya karşı çok aşırı ciddiyim. Ne kötü. İşte gereksiz yere kimsenin üstüne gitmemeye özenliyken, evde çok didikliyorum. Ne gıcık.
Anne-baba olmanın kitabı yok. Ha var belki ama, insan her sayfayı okurken aynı anda yaşadığı için çok tökezliyor. Düşmeden, yaralanmadan, gülmeden, ağlamadan o sayfayı çevirip geçemiyor. Bir sonraki sayfaya geçince bir öncekini anlamış oluyorsun ama, üzerinde düşünecek çok fazla zamanın olmadan önündeki sayfayla boğuşman gerekiyor.
Size bir gün kendi pişmanlıklarımı ve başarılarımı yazarak sayfalarımın üzerindeki gözyaşlarını ve kahkahaları olduğu gibi aktarmak istiyorum. Kim bilir, belki birilerinin kendi kitabına ucundan acık önsezi olurum. Bir gün.
Zor bir kış geçirdim aslında. Bundan zorları da olacak elbet. Fakat kendimle gurur duyuyorum; çünkü ilk defa kendimi o zorluk çukurunda boğmamayı da başardım. Bardağın dolu tarafında yüzdüm, yüzüyorum. Daha savaşçı oldum. Daha kararlı oldum. Olaylara daha dik bakıyorum sanki. Bir de çözümlere öyle kitlendim ki, sorunları halletmişçesine yaşıyorum.
Çok düşündüm, çok karnım ağrıdı ama kararları almayı bırakın, esas onları uygulamaya koydum. “Hayır” demek çok zorken giderek daha fazla diyebilir oldum.
Önceliğe göre tabi. Ha bir de hayır deyip ayılıp bayılmamaya çalışıyorum. İnsanların anlayışına sığınıyorum. Anlayamayanların da bir gün elbet anlayacaklarını umuyorum. Er geç aynı yollardan geçiyoruz nasıl olsa.
İşe büyük bir mola verdim
Dünyanın en muhteşem iki çocuğuna sahibim. Yemin ederim, bu hayata kattığım daha güzel hiçbir şey yok. Gözümü kör ediyor onların saçtığı güzel ışık. Hiçbir şeyi görmüyorum, görmek de istemiyorum. İyi olsunlar istiyorum. Mutlu olsunlar istiyorum. Ama bunu yazılarda anlatıp onlarla yaşayamamanın da anlamı yok!
İşe büyük bir mola verdim. Yani iş kadınlığıma. Yazarlık devam edecek. Gönül işimi çabucak yapıveriyorum nasıl olsa. İşteki sorumluluklarımın bir çoğunu bıraktım, kimisini devrettim.
İlk önce çocuklarıma karşı olan ve tutmazsam elimden kayıp gidecek zamanla birlikte kaybolacak çocukluklarına daha fazla zaman yaratmak adına, kocaman bi fedakarlık yapma kararı aldık eşimle. Kısa bir süre ama önemli bir adım bizim için.
Okullar açılınca işe döneceğim ama daha hafif boyutlu. Şuna bakın, ne yanlış cümleler! Sanki lütfetmişim gibi duruyor. Oysa bundan daha güzeli olamaz ki! Neyse. Öğrenicem bu cümleyi tersinden kurmayı da.
Çok hasretim evime. Çok. Evim de, çocuklarım da bana hasret. Bu yaz belki de onlara verebilecek olduğum en büyük armağan zaman!
Yalıkavak’ta bahçemizde; zeytin ağaçlarımız, Benjamin Button’umuz, çamlarımız, kayısımız, yenidünyamız, dutumuz, narımız, limonlarımız, muzlarımız ve Bodrum mandalinalarımız altında anne, baba ve iki çocuk...
Biz bize. Tutamıyorum zamanı madem, onunla beraber akacağım.
Tik tak, tik tak, tik tak...
Yonca
“zaman(n)e”
Paylaş