Paylaş
Bugün aslında haftanın ilk günü değil mi mesela?
Misler gibi bir hafta dilemek, içimden taşan binlerce güzel şeyi yazmak isterim buraya aslında.
Okurken burnunuza mis gibi tarçın kokusu gelen bir yazı mesela. Ya da ne bileyim, okuyup “Bi sade Türk kahvesi yapıp iççem” dedirtecek bir yazı...
Oysa halimize bakın.
Acıklı!
Hepimizi, bu rezil ötesi ağza alınmayacak konuları bilmeye, görmeye, okumaya, tanık olmaya ve dahası yazmaya mecbur kılan erdemsizlik abidesi herkesten utanıyorum!
Türkiye’de ve dünyada güzel şey de oluyor; bambaşka gündemler de var hayatta.
Bizde olan bitenden çok daha önemli, değerli, anlamlı şeyler var hayatta.
Ama yok kardeşim, bizim onları tartışmaya, paylaşmaya halimiz vaktimiz kalmıyor. Sürekli kakaları temizlemeye uğraşmaktan, çiçek koklamaya zamanımız yok!
Şundan da bıktım mesela; yolsuzluk var, hırsızlık var, haksızlık hukuksuzluk adaletsizlik gırla, her şey ortaya sağa sola dökülmüş ve birileri kalkıp “E canım hepsi yaptı zamanında, sanki öbürleri sütten çıkmış ak kaşık mı?” filan demiyor mu, kafa atasım geliyor.
Özrü kabahatinden beter savunmalar, ayıpları başka ayıplarla hafifletme çabaları filan süper düşük hareketler.
Bizlere;
Tüm gündemimizin insana ilham veren, hayatta güzel şeyleri senin de yapabileceğine inandıran, hayallerinin gerçekleşebileceğine dair özendiren, yüreklendiren, yöneten sınıfın utanç yerine gurur verdiği, özenilesi örnek tipler olduğu bir gelecek ve zaman dilimi dilerim.
İyi ki dünyası, kafası, öncelikleri ve gündemi çok daha anlamlı gençler yetişiyor.
Ben onlara güvenerek sabırla dayanıyorum.
Yaaa sabır!
Yonca
“sabırtaşı”
Kadına “dur” demeyen adam
Kızım için dilediğim, hayal kurup karşısına çıkmasını ümit ettiğim insan...
Kızıma asla ‘Dur!’ demeyecek. Kızım ne kadar koşmak isterse ona o kadar destek verecek, yanında beraber koşmayı mesele etmeden, kafasına kakmadan ikisinin mutluluğu için isteyecek.
Kızımı olduğu gibi kabul edecek...”
Şeklinde uzayıp giden bir yazı yazmıştım Elele’nin ocak sayısında.
Yazımın fotoğrafını çeken, “aynen” diyerek twit’ledi bana.
Hani hâlâ almadıysanız, ocak ayı Elele’si tükenmeden alın bence. Aslında yazı sırf kızı olanlara değildi...
Tüm kadınlar için dileğimdi.
Öyle.
Yonca
“#direnkadın”
Koşan yazar Murakami
En sevdiğim yazarın en sevdiğim kitabı Türkçe’ye çevrildi! Alıp okuyan, ilanını gören bana mesaj atıyor: “Yonca bak tam senlik!” diye.
Hem eline Murakami alanın aklına gelmek beni ihya ediyor hem de kitabın bizde de okunuyor olması.
Ben koşmaya ve koşuları yazmaya başlayınca, okumam için Oray Eğin tavsiye etmişti üç sene önce.
Silip süpürmüştüm kitabı.
Her sayfada “Al işte, aynı koşan kafası, aynı şeyler!” diye diye okumuştum.
Ayrıca pardon ama, kitap sırf koşu kitabı değil asla, her koşu gibi, hayata dair ders kitabı.
Kitapta Murakami’nin süper bir anısı var hiç unutamadığım.
Kendisinden maraton hakkında makale yazması istenmiş.
O da maratonu önce koşup sonra yazacağını söylediğinde karşısındaki gazeteci bu işe şaşırıp “Ne gerek var, zaten koşuyorsunuz, koşmuş gibi yazsanıza ya da daha önce koştuğunuzda ne hissetiyseniz onu yazın” dediğinde Murakami şoka girmiş.
Buna dair süper bir yorumu vardı. Yazmayacağım, okuyun kendiniz.
Ben de kahkahalarla gülmüştüm o anısına çünkü; bana da “Ay ne yoruyosun kendini 42km koşcan diye, bi startta bi finişte çek fotoyu, yaz yazıyı” diyen birisi olmuştu da...
Hayatımız sürekli kestirmeden finişe gitmeye kafa yorarak geçeceğine, spor yaparak geçse, zaten ne kendimizi ne başkasını bu kadar kolay kandırabiliriz bence.
Kitabı alın, hap gibi yutun.
Ben de, bir de Türkçesini okuyayım zevkle.
Doğan Kitap, “Koşmasaydım Yazamazdım”.
Yonca
“den den”
Paylaş