Paylaş
Kimisi için her şeyden önce onuru-gururu gelir.
Kimisi için inançları.
Bazısı için her şeyin başı işi, sorumlulukları.
Diğeri için mutluluk.
Benim için bunları hepsi önemli.
Ama bunların yanı sıra;
Adalet, cesaret, özgürlük, doğa, aşk, yaratıcılık, mütevazılık, özgün olmak; yani kimselere benzememek de benim için çok önemli değerler.
Bu değerlerin her biri gün içinde türlü olaylar karşısında bin kere sıra değiştiriyor.
Bazen ilk önceliğim özgünlük, bazen mütevazılık.
Bazen yaratıcılık en öne geçiyor, bazen de sorumluluk.
Ama, sıralama gün içinde ne kadar değişirse değişsin, birincilik hep adalet, özgürlük ve aşk tarafından tutulu.
Aşk, özgürlük ve adalet benim için her şeyin özü.
Dahası bu üçlü benim için mutluluğun tanımı.
Sanatçısındır sanatına aşıksındır.
Kocana, sevgiline, partnerine aşıksındır.
Kedine aşıksındır.
Doğaya aşıksındır.
İlla vardır içinde bir aşk.
Yoksa tufan!
Bir de muhabbet var. Hoşsohbet.
Hoşsohbet...
Ne güzel bir kelime değil mi?
Hoşgörü gibi.
Bu iki kelimeyi her söylediğimde gözüm dolar.
Hoşsohbet ve hoşgörüyle insanın şu hayatta yapamayacak olduğu şey yok.
Görün ve sohbetin hoş oldu mu, gerisi harbi hikaye!
Hoşgörünle hoşsohbetin olmadı mı...
Yine tufan!
4 sene önce başlayan, son 2 senedir hızlanan, geçen seneden beridir de artık önüne geçemediğim bir haller oldu bana.
Önyargılarımın, kalıplarımın hepsi yerle bir.
Kalıpların her biri kırılası birer kaya.
Kafam kadar hem de!
Ve ben içime; anlamsızca, hadsizce, haksızca işlenmiş tüm kalıpları kırıyorum.
Yaşamadan, bilmeden, olmadan kesilen kolay ahkamların hepsiyle yollarımı ayırdım.
Eskisinden çok daha bencilim.
Sorumluluklarla dolu bir bencillik bu.
Bilinçli. Kararlı.
Her anımın, yaptığımın fazlasıyla farkında bir bencilim ben.
Bencilliğimin içinde sorumluluk duygum olmasa, belki çok feci hatalar yapardım.
Onarılması güç kalpler kırardım.
Yediğim, içtiğim, yazdığım, yaptığım her şeyde tek ilkem var:
Kendim gibi olmak ve kalbimin sesini köküne kadar dinlemek. Sadece sevdiğim ve istediğim şeyleri yapmak.
Kendimin efendisiyim.
Gönlümün bilinçli kölesi.
Böyle olmasam...
Hep tufan!
Hoşsohbete döneyim, yani muhabbete.
Kitabım “Karışık Kuruşuk Şeyler”’de yazmıştım muhabbet kuşlarının hikayesini.
“Hayatta her şeyin gittiği, bittiği, yaşının kemale erip de geçtiği o dönemde, ellerin sürekli suda kalmışsın gibi buruşuk, içindeki su giderek çekilip kuruduğu bir zaman diliminde, hala dilin damağın yerindeyse; bi muhabbet kalıyor uğruna yaşanacak tek hediye. Maksat iki kelimeyi ağzının tadıyla konuşacak bir dostun olsun.
O başka konuşsun, sen başka. Ya da beraber susun mesela.
Yanyana duran iki ağaç gibi, sessiz ama köklü...” demişim.
Dün gece aklıma geldi. Açtım okudum o kısmını.
Kitabımdan sonra ne çok mucize gerçek oldu hayatımda, onu fark ettim.
Anladım ki hayal kurmak çok önemli.
Hayal etmeyi bıraktın mı...
Her an tufan!
Hayatta en sıkıştığım, en zorlandığım, en nefes alamadığım zamanlarda hemen hayal kuruyorum.
Bir minik bardayım.
Cunda’da.
Çatısında yıldızlara bakarak uyuya kalabildiğim, arka tarafına zeytinler ekebildiğim minicik bir yer.
Pek kalabalık olmuyor.
Keyfi bi yer.
Canın çektiği için uğruyorsun.
Müzik dinlemek için, sohbet etmek için.
Hoşsohbet.
Su kabaklarından sızan huzurlu ışıkların altında, duyunca göz kırptıran müzikler çalıyor. Her birinin anısı çok özel.
Bana özel; ama sana da özel.
Her yediğim karpuzun çekirdeğini ekiyorum saksılara.
Amanın ne bereketli bir yer anlatamam.
Ne eksem tutuyor.
Minnacık dedim ya... masa filan yok.
Bi kaç bank var, o kadar.
İllaki birbirini tanımayanlar yan yana oturacaklar.
Amaç o.
Hiç tanımadığın birileriyle iki kelime hoşsohbet, hoşgörünü kamçılar.
Kalbini açar.
Kalbini tanımadığın birine açmak kolaydır belki de ondan.
Ama kalbini açmak çok iyidir.
Barın mutfağı filan yok.
Barın arkasında birkaç atıştırmalık yapacak kadar yer yeter de artar.
Fazlaya gerek yok.
Zeytin verirsin içeceklerin yanında.
Olur biter.
Müzik aralıksız çalar.
Bi tek belki sabah erken kuşlar öterken susar.
O da kuşların güzel sesine saygısından.
Aklıma düşen çalıyor, bu playlist kesin kalbimi okuyor.
Ben tam “Ağırlaştım mı ne?” derken,
A aaaa o da ne?
Leonard Cohen başlıyor... “Lift me like an olive branch... Dance me to the end of love...”
Kalbimi yerimden zıplatıyor.
O an hafifcecik oluvermişim.
Bisikletim var, sepetli.
Yeşil.
Zilini çalıyorum keyfi...
Yoksa önüme çıkan bi engel yok ki...
Sardunyaları suluyorum akşam üstleri.
Barın önünde iki teneke bidon. İçlerinde mineler ekili.
Şapkam hasırdan pek tabi!
...
Size bir şey diyeyim mi?
Hayal kurarken,
Tufan dindi.
Ne kadar güzel bir gün değil mi?
Yonca
“bahar”
Paylaş