Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

“Sex and The City” öncesi ve sonrası kadınlık

Bu yazı kutumda bekler durur. Arada açar okur, yeniden yazar, katlar kutusuna saklarım.

Haberin Devamı

Dizideki o dört çatlak kadın hayatımıza girmeden önce nasıldık, sonra nasıl olduk diye düşünür dururum. Anladım ki olduğu gibi olabilen, kadınlığını yaşayan ve anlatan, utanmayan kadın yazarlar da olmasa, kadınlarımızın durumu kötüden betere giderdi. Bu dünyada ezelden beri kadın olmak zor, yazar olmak zor, kadın yazar olmak daha da zor!

Siz, bu diziyi seyrettiniz mi bilmem. Basite indirgeme meraklısı bizlerin düşündüğünün tersine, dizi yeterince ciddi bence.

“Pipi” komik bişey değil ki!

Orta okul birinci sınıfta biyoloji öğretmenimiz, derste projeksiyon aletine bir slayt taktı ve baktığımızda o karanlıkta karşımızda koskocaman bir penis vardı.
Sınıfçak koptuk gülmekten! Öğretmen bir köşede sessizce bekledi. Gülecek halimiz kalmayıp sakinleşince de hiç unutmam aynen şöyle dedi: “Sınıftaki tüm erkeklerde bulunan bir “organın” hepinizi bu kadar güldürmüş olmasını olgunlukla karşılıyorum. Bir organa gülmeden, dalga geçmeden bakmayı öğrendiğiniz zaman, olgunlaşmaya başladığınızı düşüneceğim. şu anda, olgunlaşmaya adım attığınızı düşünüyorum.” Sonra da kalkıp en dolgunundan bir çift meme, ardından da vajina slaytı getirdi karşımıza. Arada bir kıkırdasak da, hiçbirimiz gülme krizine girmedik.
Güzel bir cinsellik ve hayat dersiydi. Sex and The City’de Samantha, Charlotte, Carry ve Miranda da penis ve vajinaya dair beni hem çok düşündürttü, hem gülümsetti. Utanç verici sandığımız habis düşüncelerimizi, kendi kendimize olgunlukla karşılamayı öğretti.

Haberin Devamı

Pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane: NAR

Dizi içimde olan ve yüzleş-mediğim, yüzleşemediğim, aklıma yüzleşmenin gelmediği çeşit çeşit, rengarenk, eğlenceli ve garip benlerle tanıştırıp yüzleştirdi, kavga ettirdi, barıştırdı, alıştırdı beni. Hatta Elif şafak’ın Siyah Süt’ünü okuduğumda, çok merak ettim acaba diziyi seyretmiş miydi, o kadınlardan o da etkilenip esinlenmiş miydi diye...

Dizinin yapımcıları bir kadının bünyesinde aynı anda barınan dört ana tiplemeyi tek tek ele alıp her birini gözlerimizin önüne serdiler. Birbirinden çok farklı gibi duran bu dört kadının, tüm farklılıklarına rağmen gayet de güzel anlaşabildiklerini gösterdiler.

Çünkü bu normaldi. Herkes farklı olabilir; ama iyi geçinebilirdi. Meziyet birbirini YARGILAMADAN, farklılıklarınla kabul edip değiştirmeye çalışmadan olduğun gibi sevmekti; yeri gelince tartışmak, dürüstçe eleştirmek ve eleştiri kabul edebilmekti, konuşabilmekti, güvenebilmekti.
Hem, sadece kadın-erkek değil, kadın-kadın, erkek-erkek ve hem kadın hem erkek ilişkilerini de ortaya açık seçik olduğu gibi döküverdiler. Çünkü bunlar da gerçek.

Kaçamak yaşamak, onları yok saymak marifet değil ki. Dizi bunu espriyle karıştırıp, içine hüzün katıp, aşkla harmanlayıp, nefretle gıdıklayıp, masumiyetle bize sunmayı ve merhametle hayatın her yüzünü içimize sokuvermeyi iyi becerdi.

Haberin Devamı

Sana ne kardeşim

Eşcinsellik, lezbiyenlik, gay’lik de hep vardı mesela, biz yok sayıyorduk, ayıplıyorduk, yargılıyorduk. Her şeye yargıçlık taslıyorduk.

Hâlâ taslayanımız çok. Çok bilmiş insanlarız ya biz, her konuda ahkam keseriz. Aşka tapmak, cinsellikten hoşlanmak, arzulamak, arzulanmak, evlilikten korkmak, evde kalmaktan çekinmek, çocuk istemek ve çocuk istememek hakkını dile getirmek...

Bunlar da hep vardı zaten. Ha şimdi görünür, duyulur, ağza olunur oldu diye mi rahatsız olduk.

Ne saçma! Hoşumuza gitsin gitmesin, gerçekler çıkıyor su üzerine.

Dizide Carry, Aidan’la “bize göre” mükemmel ilişkiyi yaşarken, yine “bize göre” çok yanlış görünen bir iş yapar ve onu, yanlış adam gibi dursa da ayaklarını yerden kesen Mr. Big’le aldatır.

Samantha’ya itiraf etme ihtiyacı hissedip söyleyince, Samantha o kısa ve müthiş cümleyi patlatır işte:

“WHO AM I TO JUDGE YOU?” Ben kimim ki seni yargılayayım?

Yürüyün kadınlar, kim tutar bizi be!
Yonca
“Nar-ince”

 

Yazarın Tüm Yazıları