Paylaş
Sabahları çok erken kalkıyorum. Herkesten erken.
Çocuklarımı okula gönderir göndermez soluğu sokakta alıyorum. Caddelerde koşuyorum.
Güneşin doğuşunu yakalamaya bayılıyorum!
O saati, o duyguyu, güneşin o müthiş uyanışını kaçıran insanlar adına nasıl dertleniyorum anlatamam.
Çok hoşuma gidiyor erkenden yollarda olmak, hava her nasılsa öyle içime çekmek. Herkesi sarsmak istiyorum.
Herkes kalksın, görsün istiyorum bu güzelliği.
Derin derin nefes alıyorum her seferinde.
Bunu yaşayamayan, göremeyen herkes adına.
Güne erken başlayıp, yapmam gereken her şeyi hızlıca yapıp günü erkenden yaşayabilme ve hayattan zaman kazanma fikrini çok seviyorum.
Hayal kurmaya zaman kalmasını seviyorum belki de.
Sabah 7’de, ben çoktan masamda oturmuş, gazeteleri devirmiş, sade Türk kahvemi yudumluyor oluyorum.
Etrafta hiç ses olmuyor.
Çıt çıkmıyor.
Garip bir huzur ortamı.
Acelesizlik ortamı.
Tek acelesi olan kuşlar o saatte. Öyle çılgınca cikliyorlar hızla..
Tam hayal kurma, hüzünlenme, maziye dalma, hasretleri anma zamanı...
Hava o saatlerde puslu desem değil, dumanlı desem değil.
Sanki havada asılı kalmış nemli kum taneciklerinin arkasından doğuyor güneş burada sabahları.
Yani renk mavimtrak olacağına, sarımtırak oluyor,
Film müziği gibi duruyor...
Kahvem elimde, fonda inceden bir eski müzik, maziye bakıyorum bazen.
Daha etrafta kimsecikler yokken.
Bolca düşünüp, hayaller kurup maziyle hesaplaşıyorum bazen.
Durup dururken efkarlanıp, durup dururken sinirleniyorum bazen.
Bardağımdan çıkan kahveli dumanı koklayıp, gözlerimi bardaktan uzaklaştırıp tatlı tatlı canımı acıtmadan kamaştıran güneşe dalıyorum.
Doğmakta olan güneşe...
“Nasıl da büyüdüm ben?” diyorum. “Nasıl bugünlere geldim?” diyorum.
“Nasıl bu kadar değiştim ve nasıl bu kadar aynı kaldım?” diyorum kendime.
Hayatımı gözden geçirip inanılmaz güçlü bir hisle, yürekten inanarak bugünüme şükrediyorum.
Parmaklarımı kulağıma götürüp, bir “mmmmçak” öpücük sesi eşliğinde kulağımı çekip tahta masama “Tok tok!” vurduktan sonra,“Tü tü tü... dağlara taşlara!” diyerek nazar savmayı da ihmal etmiyorum.
Batıl inançların hayatıma kattığı baharatı bazen bolca kullanmayı, başka zamanlardan daha fazla gerekli görüyorum.
Her zaman “anda” kalabiliyor muyum?
Hayır.
Ama çoğu zaman her anımın farkındayım.
Hani bazı insanlar öylesine yaşarlar...
Bazıları her anın farkında olarak yaşarlar...
Bazıları mutlu olduklarının asla farkına varmadan yaşarlar...
Bazıları mutsuz olduğunun da farkına varmazlar.
Kimisi mutsuzlukları daha çok fark edip paylaşırken, mutlu anlarını görmezden gelip paylaşmaz...
Bazıları da bu hislerin varlığını yadsırlar...
Kimisi de bunları konuşmaya, üzerinde düşünmeye değer bulmaz.
Bunlara hiiiç kafa yormazlar.
Düşünmezler...
Yaşarlar.
Herkesin yaşayışı kendine.
Sadece...
Ben çok farkındayım.
Haddinden fazla, kimi zaman kendimi hırpalayacak şekilde!
Her yaşadığım anın farkında olmaya çalışarak yaşıyorum.
Bunu etrafımdaki herkese de aynen böyle söylüyorum. Bilsinler.
Herkes bilsin!
Siz dahil.
Yarın öbür gün hiç kimsenin aklında -en çok da çocuklarımın- benim bu hayatı nasıl yaşadığıma, nasıl algıladığıma; hayatım hakkında neler hissettiğime dair ufacık bir şüphesi kalmasın istiyorum.
Milyarlarca duyguyu aynı kalpte barındırabiliyorum.
Yaşamam gereken ne varsa, iyi kötü, yaşıyorum.
Şansıma hep şükrediyorum.
Yonca
“güneştozu”
Paylaş