Paylaş
Dedemin evinde.
Yıllaaar yıllar önce...
Nasıl sıcak, yaz sıcağı... Yanıyor etraf, kavruluyor.
Evin koskocaman bir bahçesi vardı. Küçük bir kümes, limon ağaçları, manolyalar ve en önemlisi de erik ağacı vardı o hatıralarımın dolu olduğu bahçede. Bir de küçücük, fıskiyeli bir havuz.
Ben o zaman 8 yaşındaydım. İkinci sınıfta okuyacaktım... 5 Eylül İlkokulu’nda.
Anneme mecburi hizmet çıkmıştı, o yüzden bir seneliğine babamın memleketinde yaşayacaktım... Annem ve 80 küsur yaşındaki inatçı anneannemle.
Ramazan ayı yazlara denk gelirdi yine o zaman.
Güneş batmak bilmezdi.
O sıcakta eğer yaşlıysan, hele de tansiyonun varsa, iftara kadar dayanmak hakikaten zor işti.
Anneannem doktor moktor dinlemez, oruç tutardı. Klasik “anane” halleri işte.
Kızartmalarla orucunu açar, “Bu yaşta yemeyeceğim de ne zaman yiyeceğim?” diye de hepimize kafa tutardı. Şimdi düşünüyorum da, haklıydı.
Gündüzleri, limon ağacının altındaki küçük havuzda ayaklarını buz gibi akan suda serinletir, duasını eder, sıcağa meydan okurdu.
İftar yaklaştı mı, ben koşardım.
Yani bana “Koş Yonca!” derlerdi, caddenin öbür ucundaki fırına, pide almaya...
Kuyruk uzun olduğundan, zamanında gitmek gerekirdi. Çok erken gittin mi çok beklerdin, değmezdi.
Yani... Anneannem öyle derdi.
Aslında sırada beklememe gönlü razı gelmezdi. Ben de zamanı gelince koşup sıraya girerdim. Sıradaki amcalar bana “Geç kızım sen öne” derlerdi de, ben kabul etmezdim. Çünkü annem öyle tembihlerdi, “Çocuk da olsan, kimsenin hakkını yeme, bunu fırsat bilme Yonca” derdi.
Ben de annemi dinlerdim, hak yemezdim, çocukluğumu fırsatçılığa yem etmezdim.
Fırından pide kokuları gelmeye başladı mı, herkes kıpraşır, sabırsızlanır, daha çok acıkırdı. Hele pideler çıktı mı, itiş kakış yaşanırdı. Pidesini kapan, arkasına bakmadan koşa koşa evinin yolunu tutardı.
Sıra bana gelince, suratı unlardan beyaz beyaz olmuş Fırıncı Abi, o küçük kare pencereye eğilerek, “Şşşt ufaklık, sana kaç tane?” diye sorunca; “Üç tane! Biri bize, biri bahçıvan abime, biri de yan taraftaki komşularımızın ihtiyacı varmış, onlara...” derdim ben de.
Fırıncı abim, pideleri -o çok sıcak, taze, çörek otu tüten pideleri- gazeteye sarıp elime tutuştururdu. Benim de ellerim sıcaktan tutuşurdu!
Yanardım; ama pideleri yere düşüreceğim diye de ödüm patlardı, sımsıkı tutardım. Eve koşarken pideler azıcık ılınırdı ya da ellerim sıcağa alışırdı bilmiyorum.
Tek bildiğim, burnum asla o baş döndürücü kokuya dayanamazdı! Pidelerin kokusunu içime çekerdim ve açardım gazeteyi, pidenin ucundan acık ısırıverirdim.
Yumuşacık pide, karnımı doyuracağına daha da acıktırırdı.
Mutfak masasına vardığımda, herkes oturmuş topu bekliyor olurdu.
Bayılırdım o sofraya, herkesin bir arada oluşuna ve sabırsızlığımıza...
Aylardan ramazandı...
Ramazanda, akşama doğru sokaklar pide kokardı.
Top patlardı.
Dua edilir...
İftar açılırdı.
Şimdi öyle mi?
Bizim hoş adetlerimiz vardı...
Duygularımız saftı.
Onları fırsatçılar çaldı.
Yonca
“Hayrat”
Paylaş