Paylaş
Nedenini biliyor musunuz?
Ben Hindu bir arkadaşım olana kadar bilmiyordum.
İlk sorduğum soru bu olmuştu ona; inekler neden kutsal?
“Yonca, bir bebek doğar da annesi ölürse, o bebeği sadece inek sütü ile hayatta tutabilirsin.
İnek sütü, bir bebeğin hayatını kurtarır.
Dahası, bir insanın hayatta kalabilmesi için hem sütü, hem eti, hem tezeği, hem idrarı ezeldir.
Sütünden yoğurt, peynir de yaparsın.
Tezeğinden yakacak.
İdrarını da türlü tedavilerde şifa olarak kullanabilirsin.
İneği kesip öldürmek ve sadece etinden faydalanmak yerine kutsal görüp yaşatmak, hayatın devamını sağlamak demektir. İnek ondan kutsaldır bizde. Hayattır inek.”
Arkadaşım sözünü bitince boğazımda bir yumru, gözlerimde kocaman damlalar tıkandım kaldım.
Neler geldi aklıma neler...
Bu köşede yazmaya başlayacağım zaman kardeşimin karısı İdil’den benim için logo tasarlamasını istemiştim; içinde baykuş, 4 yapraklı yonca ve inek olan.
“Neden inek Yonca?” demişti İdil de bana.
“En sevdiğim hayvanlardan biri inek. O koca gözlerine bakmaya bayılıyorum. Bir de yonca yemeyi çok seviyorlar, ondan.
Karma diye bir şey var. Ben onlara hayat veriyorsam, onlar da bana veriyordur. Ondan inek.”
O zaman, bu cümleleri söylerken zerre fikrim yoktu ineğin hayatla olan kutsal bağından.
Çocukluğumdan beri ne zaman inek görsem, hemen el sallarım.
Severim.
Ama kutsal olma nedenini öğrendiğimden beri ne zaman dağlarda, arazilerin ortasında koşarken inekleri görsem, mutlaka konuşurum. Teşekkür ederim varlıklarına.
İyi ama...
Madem anne sütü kadar kutsalmış, hayatmış inek sütü... Hatta hâlâ Hindistan’da hayat veren, hayat kurtaran olan bakılıyorsa ne oldu bebeklere inek sütü veremiyoruz artık?
Belki de doğru soru şu; biz insanlar ineklere ne yaptık da sütü verilemez oldu bebelere?
Evet biliyorum bilimsel bulgular var, bir sürü sorun çıkarabiliyor...
Ondan “mama verin” deniyor...
Ama işte elimde değil, gelip gidip bunları düşünüyorum, sorguluyorum bu çok “iyileşen” hastalıklı dünya düzeninde.
Of amma dağıttım yazacak olduğum şeyin özünü, ne yazacaktım onu bile şaşırdım şu an.
(Topla kızım Yonca, sol yap gel...)
Bütün bunları aslında hep adı Jaklin olan o inek yüzünden yazdım.
Likya Yolu ULTRA maratonu için uçağa binmeden Pam mesaj attı, “Uçakta mutlaka ‘İnek’ filmini izle, tam senlik, bayılacaksın...” diye.
Filmi o kadar çok sevdim, o kadar çok güldüm ki izlerken; inek konusunda yazma fikrine de oradan geldim.
Filmdeki ineğin adı Jaklin...
O kadar güzel bir inek ki Jaklin!
Hikaye çok basit, çok masum.
Masumiyeti ne kadar özlediğini hatırlıyor insan...
Minicik mutlulukları, minicik hayatları, sadeliği ne kadar özlediğini anımsıyorsun.
Masumiyetin ve sadeliğin gücü düştü içime.
İzleyin o filmi.
Bu yazı burada bitecekti. Ama bitemedi.
Likya Yolu 6G kategorisinde 1 haftada 140 km için yazılmıştım. Ancak kampa girdiğim an ultracıların ilahı, ilhamı Bakiye Duran, bana “Yonca gel ultra koş, seni yalnız bırakmam, beraber finiş yaparız” dedi.
“Tamam” dedim.
Bakiye Ablam seninleyim demiş de denemeyeceğim, ne zaman deneyeceğim böylesi bir ultrayı!
Prof. Dr. Taner Damcı yarış direktörü, ona danıştım, “Hazırsın Yonca” dedi...
Göğüs numaram oldu 016.
Ben Likya Yolu’nun dağlarında ikinci günümde, sırtımda 6 günlük giysim, yiyecek, yatacak eşyamla koşarken eminim bir yerlerde ineklere, keçilere rastlar onlardan da, zeytinlerden de, keçiboynuzu ağaçlarından da güç alırım.
Sadeliğin gücü adına...
Likya benim için başkaydı, esas şimdi bambaşka oluyor.
Madem kendimizi aşmaktı amaç, aşalım be ya!
Yonca
“inek”
Likyalı notu: Takip etmek isterseniz, Instagram’da @4yaprakliyonca veya www.4yaprakliyonca.com’da sporcu Yonca.
Paylaş