Ne acayip bir yaz oldu değil mi?

Sanki her şey hızlandırılmıştı.

Haberin Devamı

O kadar
çok şeyi öyle hızlı yaşadık ki!
Çok yüklü, çok ağır, çok derinden sarsan şeyleri hem de...
Deprem gibi bir şey.
Sallandık birden. Yıkıldık, altında kaldık, can verdik; artçıları devam ediyor hâlâ.
Her şey olabileceğinin en üst, en yüksek, en sert, en avaz avaz, en ateşli, en kırıcı, kanlı, yıkıcı, şoke edici haliyle oldu.
Birdenbire...
Bir yandan da olana bitene uzaklaşıp bakınca; bir o kadar sakin, düşünceli, hassas, ayakları yere basan, birleştirici, düşündürücü, uyandırıcı, aydınlatıcı, affedici, içten, dahası dürüstlüğe ilk defa bu kadar yakınlaştırıcı, itirafların ortaya kalpten saçıldığı bir şeylerin içinden de geçtik, geçiyoruz gibi geliyor.
TV’ler, haberler filan değil baktığım yer.
İnsanlar. Sohbetler. Ortamlar.
Daha önce hiç hissetmediğim bir garip durgunluk da var.
Her şey, ama her şey çok daha beter olabilecekken, sanki sihirli bir sağduyu, ortak ve derin bir sevgi bir şeyleri de durdurup sakinleştirdi.
Bu yaz, çok sancılı, hayatın ta kendisi bir doğum gibiydi.
Mutluluk, hüzün, hayal kırıklığı ve umut aynı anda yeşerdi.
Doğum, ölüm, düğün ve cenaze, tüm karşıtlıklar ve tezatlar aynı anda hissedildi.
Hâlâ da öyle...
Dayak yemiş gibiyim.
Bir yandan da sihirli bir elle baştan sona yenilenmişim sanki.
Yorgunum.
Yeni doğan ikizlerimiz gibiyim ben de.
Annemin sütünü durmadan emecek kadar güçlü ve aç, sanki 44 yıldır hiç uyumamışım gibi yorgun... Minicik bedenimde neden ve nasıl bu kadar sancı ve gaz olur diye şaştığım, kıvrandığım, rahatlamak için sarılıp sarmalanmak, bir tatlı sesten ninniler duymaya ihtiyacım var demek istediğim ruh halindeyim.
Müthiş bir enerji geliyor üzerime, hemen ardından garip bir durma ve olduğum yere yığılma hissi. Hani çizgi filmlerde duvara çarpar ya kedi ve dümdüz yere serilir. Sonra pof tekrar 3 boyut olur koşmaya başlar...
Durumum aynı öyle.
Sanki üzerimde bir el var, düğmelerime basıp beni bir açıyor, bir kapıyor. Ve ben bir şekilde direnmiyorum.
Direnecek ne halim, ne de isteğim var zaten.
Kabullendim.
Bu yaz, bu sonbahar, bu ara, bu hayat demek böyle.
Vardır elbet bu canım evrenin bir bildiği. Biz kimiz ki ona hükmedebilelim dedim, izliyorum.
Teslim oldum, teslim.
İnatlaşacak halim kalmadı. İnatlaşıp terslendikçe kaybettim. Yoruldum.
Bırakmak, kabul etmek, durmak, vazgeçmek hep kayıp gibi anlatılıyor. Oysa ben uzun zamandır bitiremediğim, bıraktığım, kaybettiğim yarışlarda anladım ki bazen bırakmak en büyük kazanç. Vazgeçmek de en büyük başarı.
Yani bırakmak, kabullenmek, affetmek (kendini) zaferin, zaman kazanmanın ta kendisi.
İçgüdülerim, hislerim kuvvetlidir.
Kalbimin sesi, karnımdaki o gurultu beni hiç kötüye götürmedi. Hiç!
Bu kadar büyük değişimler kimi insan için korkunç ve kötüye alametken; benim için uykusunda gülümseyen bebek yüzü gibi. Sürekli o bebeklere bakıyorum, onlar gülümseyince ben de gülümsüyorum istem dışı.
Neye gülüyorlar bilmeden...
Sırf safça gülmenin bulaşıcı etkisi yüzünden mutlu oluyorum.
Hani güzele bakmak sevaptır ya. Öyle.
Şu içinden geçtiğimiz dönemde mutluluk, güzellik olan her neyse, kendimiz için ona bakmanın anında kabul edilecek bir dua, gerçekleşecek bir mucize etkisi olduğuna inanıyorum.
Bebeklere, ağaçlara, güzel fotoğraflara, mutlu insanlara bakıp; güzeli, iyiyi, umudu, aşkı, sevgiyi büyütmeye çalışıyorum.
Ama öyle 1 dakika deneyip “yok olmadı işte boş versene” demeden devam ediyorum.
Bir bebeğe senin canın istedi diye hadi gülsene, hadi şimdi hemen çıkartsana gazını deyince olmuyor. Her şey sen istedin diye o saniye oluvermiyor.
Kendimden biliyorum. Bana bir şeyi yaptırmak ancak ben isteyince mümkün ve kolay.
Sabırla bekliyorsun, seviyorsun, güven veriyorsun, dans ediyorsun, şarkı söylüyorsun, sallıyorsun kalbinde...
Zaman ve sevgi veriyorsun sabırla...
Oluyor.
Yonca
“anakucağı”

Yazarın Tüm Yazıları