Paylaş
Elinde bir bardak rakı, üzerinde siyah uzun şık bir elbise.
Nasıl da asil.
Baş parmağını geçirmiş bardağın içine.
Salınıyor.
Hem de ne salınmak ama!
Efeler gibi salınıyor; meydan okuyor hayata, sana, bana, herkese. Başını da bir sallayışı var ki, of of of. nefis! Endamı yerinde.
"Kim demiş rakıyı en iyi erkekler içer diye..." yazmıştım bir kere, "En güzel rakıyı bence kadınlar içer" diye eklemiştim.
Haklıydım.
Ben, rakıyı onun gibi içen bir kadın olmaya özendim. Öyle sevdim.
Efeler gibi! Endamınla... Sevdiğinin gözlerinin ta içine baka baka...
Arkada çalan en, ama en güzel Türk Sanat Müzikleriyle...
De işte sanki kimse, hiçbirimiz onun gibi içemedik rakıyı.
Bakar dururuz şimdi öğrenmek için, hasretle.
Kimse onun gibi "Haydar Haydar" da söylemedi.
Rakı bardağını döndürüp sallayıp, bir güzel başına dikip, sonra da en afilli şekilde fırlatıp kırmadı o bardağı kimse onun gibi, o son cümlede.
"Sofular haram demişler bu aşkın şarabına...
Ben doldurur ben içerim... Günah benim kime ne...
Haydar Haydar, günah benim kime ne..."
Bardak kırılır şıngırtısı kalır kulağında. Sesindeki yankıysa cabası.
En, en sevdiğim Müzeyyen Senar duruşudur işte o an. "Hadi işinize" bakışı vardır, gözlerinde.
Cesur ve özgür!
Kime ne ya Müzeyyen Senar!
Kime ne bizim günahımızdan!
İşlenen her günah aşk için, müzik için olsa keşke. Keşke her ses böyle içimize işlese...
Sesindeki o tatlı sert tını, yüzündeki hınzırlık, gözlerindeki meydan okuma kaldı miras bize.
Ne güzel bir miras ama!
Hey gidi Müzeyyen Senar, efsane kadın!
Mekanın cennet olsun...
Yonca
"şerefine"
Paylaş