Paylaş
Ev mis gibi olacak, işte çok başarılı olunacak, annelik dedin mi hele “Mükemmel anneliğin kitabını ben yazdım!” diyeceğim cinsten bir anne olunacak... Cak cak cak dedim durdum. Ay ne zor günlerdi Allah’ım o günler. Her gün bir kabus gibi başlar, kabus gibi biterdi. Çünkü ne yaparsam yapayım hiçbir şey asla mükemmel olmazdı.
Benim mükemmellik anlayışımda mı hata vardı, yoksa her şey bu kadar mı yanlış olurdu bi türlü çözemedim.
Ha o kadar çalıştım, didindim, uğraştım da ne oldu? Hadi ben kafayı yedim onu geçin, ayol ailem de az kaldı benimle birlikte kafayı yiyordu.
Her şeyi en iyi ben bilmek zorundaymışım gibi hissettim. Herrr sorunu çözemediğimde dünyanın sonu gelmiş gibi hissettim. Hayatı mükemmel yapamadıkça herkese kızdım, kendimi sevemedim.
Ben bu kadar uğraşıyordum ama aferin diyen yoktu, e zaten aferin densin diye yapmıyordum ama görmezden gelinmek de içimde sorun oluyordu. Zaten her şey sorundu.
Sorun bendim
Vıyyy okurken sıkılmadınız mı siz bu Yonca’dan? Ben çok sıkıldımdı valla. Sorun bendim. İnsan cam gibi olunca olmuyor. Muş. Acık çizik çizik olması, ne bileyim yağmur damlalarının bıraktığı izler olması lazım(mış) üzerinde.
Sonra duvara tosladım. Kafam acıdı. Hatta morarıp şişti. Ekmek çiğneyip koyduk üstüne, uzun süre acısı geçmedi. Yine de o tos iyi geldi.
Ailemin ihtiyacı olan dangıl dungul benmişim meğer. Çünkü doğal şeklimmiş o. Kafayı yemiş, bilmiş, sinirli, herkese kızgın, kırgın, tatsız bir Yonca yerine, “bugünlük elden gelen bu kadar, çabalamaya devam” diyebilen, sağlıklı, heyecanlı, salaş ama lezzetli bir Yonca’ya ihtiyacı varmış ailemin.
Ailemi bırakın ayol, benim ihtiyacım varmış defolarımla barışmaya.
Hele şu “çocuklarıma daha iyi bir anne olabilirim...” manyaklığı var ya, ah işte bence bütün anne olmuş kadınların sonunu hazırlayan o psikoloji.
Nasıl istiyorum bu “hormonlu tanımı” yok edip kadınlara “organik içgüdülerini” armağan etmeyi anlatamam size.
Klişelerden kurtulmamızı öyle istiyorum ki! Hatta şu sürekli kafamıza kakılan “kaliteli zaman” denen şeyin bile cılkını çıkarmış olduğumuzu bas bas bağırmak istiyorum bi yerlerde. Ben kaliteli zaman yaratacağım diye öyle suni bi anne oldum ki bi ara, kızım “Biraz görüşmesek daha iyi olur annecim!” demişti bana.
Evi bazen kaka götürüyor. Çocuklara “doğru” davranamıyorum, çok saçmalıyorum, hatta bazen nasıl o kadar saçmaladığıma hayret ediyorum. Eşime bazen gıcık oluyorum, kavga ediyorum. O da bana gıcık oluyor. Nasıl olmasın ki!
Sonra annemle takışıyoruz alakalı alakasız. Kahroluyorum. Bi bakıyorum iğrenç davranmışım en iyi arkadaşıma.
Affedilmez hatalar yapıyorum. Sonra da kös kös “Oldu bi eşşeklik işte, affola...” diyorum. Eskiden ölümüne inatçıydım. Şimdi limitli inatçıyım :) Döke saça gidiyorum bir görseniz. İliklerime kadar yaşadığımı hissediyorum. Huzurluyum, çocuklar da öyle.
Susmayı öğrenmeliyim
Af dilemeyi öğrendim, af! Daha çok şey öğrenmem lazım ama. Yeri geldiğinde susmayı öğrenmeliyim. Kendimi yememeyi öğrenmem lazım hâlâ. Bazı şeyleri de geride bırakmayı öğrenmem şart. 10 yıl önceki davaya hâlâ kızılır mı yahu!
Bir de sürekli başöğretmen gibi her şeye karışıp, her şeye atlıyorum. Durmam lazım.
Kabul edilesi şeyleri kabullenmeye çalışıyorum. Çocukların ayakları kirli uyuya- kalmalarına takmayan, işte başaramayınca “Zaten istifa etmek istiyorum” filan diye yalandan hayallerle kendini avutan ama yine de sinirden tüm tırnaklarını yiyen, kafası atınca sağa sola ateş püsküren bi kadınım işte.
Üstelik bazen utanmadan söylüyorum bakın, çocuklarımdan bile sıkılabilen bi kadınım. Eskiden bunu düşününce Allah çarpacak filan sanırdım. Na acayip di mi?
Oysa şimdi bunu hissettiğimde kendime sade bir Türk kahvesi ısmarlıyorum. Rahatlıyorum. Aaa bi bakıyorum çok özlemişim sıpaları. Ay mükemmel filan olamıyorum. Olamıyorum. Olamadım. Bilmem anlatabiliyor muyum. Oh be!
Yonca “defolu”
Paylaş