Paylaş
Götürür.
Ben götürdüm.
Jim Morrison, Maria Callas, Appolinnaire, La Fontaine ve Yılmaz Güney’ de dahil olmak üzere; müzik, film, edebiyat deyince akla kim gelirse bilinmesi gereken hepsini tek tek ziyaret edeceğiz diye... Ipodda Père Lachaise playlisti hazırlayıp çocuklara The Doors dinletip Maria Callas’ ın o doyamadığım sesinden Karmen Operasını ezberletip La Fontaine’ in masallarını mezarı başında okuyacağız diye…Yılmaz Güney’ in mezarı başında durup “Acık daha büyüyün, size yaptığı o müthiş filmi seyrettirdiğimde, beni daha da iyi anlayacaksınız...” diyebileceğim diye diye diye... tutturdum ve tuttum çocuklarımı, o insanın iliklerini donduran soğukta, sürükledim hepsini tek tek ziyarete, ta Paris’ e, Père Lachaise’ e…
Kulaklarımızda Ipod bir The Doors, bir Maria Callas, dinleye dinleye inanılmaz acayip bir gün geçirdik. Yağmur, soğuk, rüzgar bana mısın demedi bize! Sonra çarpıldık gerçi ya, olsun işte. Bende yer yön kavramı sıfırdır. Asla harita marita çözemem. Her yere kaybolarak giderim. Nitekim mezarlıkta da yolumu kaybettim. Maria Callas’ ın küllerinin bulunduğu krematoryumda o minicik bölmeyi bulacağız diye dört döndük donarak. Eşim azimle bulmayı kafasına koymasa, onca yolu tepip Maria Callas’ ı bulamadığıma kahrolacaktım. Sırf ben çocuklarıma külleri başında Karmen’ i onun o büyüleyici sesinden dinletme hayalimi gerçekleştirebileyim diye, yılmadı buldu ya onu bana, ne demeli bilmiyorum bu adama da! (E o da deli olmasa bana çatar mıydı acaba?)
Maria Callas’ dan Karmen’ in o en sevdiğimiz bölümünü dinleyip sessizce söyleyip ruhunu çınlattık.
Sırasıyla listemdeki herkesi gezdik. Anlatacaklarımı tek tek anlattım çocuklarıma. Yılmaz Güney’ in hayretler içinde bakakaldığım o inanılmaz modern ve bakımlı, taze çiçek dolu mezarına bayıldım. Bu arada Ahmet Kaya’ nın mezarıyla da karşılaştık. İnanılmaz gözönünde bir yeri var, yol üstünde. Sanırım koca mezarlıktaki en taze ve en fazla çiçek onun mezarındaydı, şaştım kaldım. Bayram nedeniyle ziyaretçisi çok olmuş sanırım.
Père Lachaise dünyanın en çok ziyaret edilen mezarlığı, Jim Morrison’ un mezarı ise en çok ziyaret edilen mezar. Jim Morrison’ u bulmak hiç ama hiç zor olmadı. Kalabalığı takip edince hemen çıktık önüne. Mezarın etrafı nasıl kalabalıktı anlatamam.
Fotoğraf çekmek için resmen sıra bekledik. Belediye, mezarının etrafını bariyerlerle çevrelemek zorunda kalmış millet kendinden geçip her yere saldırıyor diye. Düşünebiliyor musunuz, işte orada, Jim Morrison’ un mezarının dibinde, oturup bir bir şarkılarını söyledik çocuklarımla birlikte.
People are strange when you’re a stranger... diye diye...
Yonca
“atipikanne”
4 kişi 1 bavul Paris
Herkesin ayağında cins bir renk kalın spor ayakkabı (benimkiler fıstık yeşil), bir kot, bir kalın kazak, ikişer uzun kollu tişört, yün çorap, gün sayısı kadar iç çamaşırı, pijama, bere, eldiven, atkı, mont; diş fırçaları ve sırt çantaları. Budur Yonca’ nın “kışlık” seyahat sırrı. Yazları olay kot, tişört ve konversle sınırlı. Nereye gidersek gidelim her seyahatimiz böyle; yükte hafif, eğlencede dolu. 4 kişi tek bavul geziyoruz ailece. Müzeleri çocukların gözünden gezdik gezdik Paris’ te. Daha çok eğlendik. Unutulmayası şeyler öğrendik. Büyüklere bu hayat ve tarih hep çok sıkıcı anlatılıyor ona karar verdik. Bundan böyle eşimle çocuk takılmaya karar verdik. Eyfel’ e çıkmaktansa Arc de Triomphe’ dan Eyfel’ e bakmayı tercih edince, bozuk asansör yüzünden 270 küsür dimdik basamağı nefes nefese çıkıp sıkı bacak kası yaptık.
Şu kısacık seyahatimizde,
Fransızcayı sökmeyi kafasına koyup her duyduğunu tekrarlayan papağan oğlumuzun hallerine, hepimizin ateşlenip bademcikleri karpuz kadar şişirmesine ve kan grubunu yazması gereken bir forma yıllardır esprisini yaptığımız şeyi ciddi zannedip “sarı kırmızı” yazan kızımıza saatlerce gülerek tatlı ekşi anılar edindik güzelce.
Yonca
“seyahatname”
Paylaş