Paylaş
İnsan böyle birbiri ardına gelen kötü haberlerin salgın hastalık gibi her yerimizi sardığı zamanlarda büyük ikilem yaşıyor.
Canımın bir yanı, güzel şeyler yazıp moral vermek…
İleriye dönük hayaller kurmak, gülen güldüren şeylerden bahsetmek,
Devam etmek adına, hatta inadına umuttan söz etmek istiyor…
Bir yanımsa; ciyak ciyak bağıran, öfkeli, kırgın, dargın, isyankar yazıp deşarj olmak istiyor.
Sonuç: elleri kolları bağlı bir boşluk.
Bir boğulma hissi.
Şu hale bakın, içimizden gelen seslere bile hükmediyor ülkecek içinde bulunduğumuz durum.
Ortam ve gidişat öyle derin düşündürüyor ki insanı, insan samimi duygularını yitirip sürekli mantıklı olmaya başlıyor.
Esas ürkütücü olan da bu işte!
Dengemizi kaybediyoruz...
Samimiyetimizi de yitirmeye başlarsak, ki zaten yeterince suni hayatlar yaşanıyor, bilmiyorum neye tutunacağız.
Hayatımın bir sürü döneminde Milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılmasını istediğim çok olmuştu ama, bu zamanki kadar güçlü istediğim hiç olmamıştı.
Hayatımın bir sürü döneminde haksızlıklara ve riyakarlıklara tepki duymuştum ama, hiçbiri rüyalarıma girmemiş, kabusum olmamıştı.
Hayatımın muhtelif dönemlerinde “istifa etme” cesaretini, etiğini, ahlakını, insanlığını gösteremeyen insanlara gıcık duymuştum ama, hiç bu zamanki kadar nefret beslememiştim kendilerine.
Ne hakla içime nefret tohumu ekerler, ne hakla rüyalarımı kabusa çevirirler, ne hakla oylarımla verdiğim hakkı bana, bize, insanüstü bir hakmış gibi, silah gibi doğrultup ateş ederler bilmiyorum.
Bunları insanlık suçu olarak görüyorum.
Utanıyorum.
Yonca
“yazıklar olsun”
Paylaş