Hürriyetinizden vaz mı geçiyorsunuz? Hayat okulu...
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bir keresinde “Danimarkalı sperm” yazısına çok sinirlenip öfkemle hop oturup hop kalkmış olsam da, Ahmet Hakan’ı dikkatle okumadığım gün yoktur.
Doğan Hızlan, benim için çöldeki gül gibi, batan Titanik’in son saniyelerinde bile çalan orkestradan yükselen güzel bir müzik gibi. Tufan Türenç sağduyu demek. Moralimin bozuk olduğu her anda sakince düşünüp çözüm bulmaya zorluyor beni. Mehmet Yılmaz’ı okurken, bir işin sonuna kadar takip edilmesinin önemini anlıyorum. Özdemir ınce beynim, aklım, mantığım, öğretmenim, medeniyet örneğim. Fikirleriyle bazen çatışsam da, bana anlaşamadan da tartışılabilir ve yaşanabilir olduğunu gösterenlerimden biri Hadi Uluengin. Yılmaz Özdil desem, ismi her şeyi anlatmaya da anlamaya da yeterli; varlığını bilmek, var olmanın da garantisi. Ertuğrul Özkök, şu nankör hayatı, içinden geldiği gibi yaşamanın en doğru şey olduğunu söyleyip kanıtlayan, hata yapınca özür dilemenin, iyi işleri gocunmadan kutlamanın önemli meziyetler olduğunu uygulamalı gösteren gerçek örnek. Fatih Çekirge anında görüntü, vakit kaybedilmeden alınacak karar ve hız demek. Her türlü zihni sinir fikre açıklık, teknolojik geleceğe dönüklük demek benim için. Gila Benmayor ve Ferai Tınç olmasa mesela, kenarda köşede kalmış minicik detayları fark etmezdim. Ayşe... kimisi için Arman; ama benim için sadece ve tek Ayşe. Bu ülkenin kadınlarına ve erkeklerine özgüven tanımının canlı örneği olup; kadın olmaktan utanılacağına, gurur duyularak gocunmadan yaşanması gerektiğini öğreten kadın değil mi sizce? Öyle! Her gazete bir Ayşe yaratmak için yırtınıyor da olmuyor işte. Peki Yalçın Bayer olmasa okurun sesi kim olacak? Yalçın Doğan olmadan gazetecilik yanımız eksik kalmış gibi olacak... Prof. Dr. Osman Müftüoğlu sayesinde kendimize iyi bakmayı öğrenmedik mi?
Magazin okumam! Yan cebime!
“Magazin sevmem, okumam!” deriz, birçok başka gerçek gibi ayıla bayıla magazin okuduğumuz gerçeğini kabul etmemekle beraber; “şimdi kim nerede kiminle ne yapıyormuş?” diye sorsanız, herkesin cevabı hazırdır kesin. Çünkü her birimiz magazin canavarıyız; ama dedim ya inadımız inat, kabul etmeyiz. Yalan mı? Kelebek okumayan yok, rakibi de yok! Altın Kelebek ödülleri kadar da koca sene merakla beklenen başka bir magazin olayı yok! Cengiz Semercioğlu’nu okumayan, Onur Baştürk’ü tanımak istemeyen, Kubilay Keskin’in nereden ne haber vereceğini merak etmeyen, Melike Karakartal’ın enerjisini hissetmeyen, Nil’siz bir pazartesiyi susuz bir nehir gibi düşünmeyen var mı? Yok! Cumartesi ve Pazar ekleri olmasa, hafta sonu geçer mi? Geçmez! Devam ederdim, herkesi tek tek sayıp yazardım bu kocaman aile satırlara sığmaz ki! Okumadığım tek bir Hürriyet yazarı yok çünkü! Kendimi bildim bileli Hürriyetim elimden hiç düşmedi ki...
Felaketler sel gibi geldi!
Dila annesinin ellerinden nasıl da kayıp gitmiş... Annesi sayıklıyormuş, sayıklamaz mı! Anne yüreği bu... bebeğinin kollarından kayıp gitmesine dayanır mı? Dila’nın gidişi, sel, Hürriyetimize kesilen ceza... Tüm bunlar darmaduman etti beni, bizi, hepimizi! Bakın yazarlar arada anlaşırlar anlaşmazlar, didişir takışırlar, bir gün küser ertesi gün barışırlar. Tartışarak anlaşmanın, anlaşamadan da bir arada barınmanın güzel bir örneği olurlar. Ne olursa olsun, bir arada yaşar, ortak bir kıymetli değere, özgürlüklerimize sahip çıkarlar. Kesilen ceza Hürriyetimizin elimizden kayıp gitmesi demekse eğer... Onu bunu şunu, kini nefreti, ‘oh canıma değsin’leri, yok efendim bunları başımıza siz getirdiniz nağmelerini, illa ki cezayı birine kesip suçlu bulup sözde vicdan hafifletmelerini bir kenara bırakın şimdi... Hürriyetinizden vazgeçer misiniz? Ben vazgeçmem. Hürriyetinize sahip çıkın. Sözünüzü kestirmeyin. Çok önemli. Yonca “kesintisiz” Jules Renard’dan alıntılı manidar dip not: “Writing is the only way to talk without being interrupted.” Yani... “Yazmak, sözünüz kesilmeden/araya girilmeden yapabileceğiniz tek konuşmadır...” Net değil mi?