Falcı

Ben çayı demli içerim.

Çaydanlık porselen olacak, çay Türk çayı olacak.

Haberin Devamı

Tercihen Rize Çayı olacak. Poşet asla olmayacak.

İyi demli olacak.
Vakit alacak.

Emek isteyecek.
Tavşan kanı olacak.

Kahveyi de TÜRK içerim.
Bol köpüklü.
Bakır cezvede sabırla, sevgi ile taşmış taşmış da kenara alınmış ve fincana dökülmüş haliyle.

 

Asla şekerli olmayacak.

 

Hatta sorulunca “nasıl içersin?” diye; çok sade” derim. Yani, cezvenin içinde daha önceden şekerli kahve pişirilmiş olmasın, veya şekerli kaşıkla karıştırılmış da olmasın diye de nazikçe rica ederim.

Evet kılım!

Ama ne istediğimi, neyi sevdiğimi ve neyi sevmediğimi iyi bilirim.

 

Haberin Devamı

Karar değiştirebilirim ama açıkça söylerim.

Karşımdaki de bana açıkça; “Öyle yapamam” desin isterim. O zaman; “Sorun değil” der gülümserim. O da, ben de, birbirimize açığız diye şükrederim.

Ama iddia da ederim, biz genelde böyleyiz derim.

Türküz.

Özümüzde var demli, köpüklü olmak.

Hayatı demli yaşarız biz.

Bekletiriz acık bişeyleri. Allah’a havale edip sabrederiz.

İsteriz kokusu, rengi çıksın, tadı olsun.

 

Hayat demlensin isteriz.

Taşsın, köpürsün icabında.

Acı kahvenin kırk yıl bin hatrı vardır bizde mesela.

Falı vardır dibinde.

Sohbeti boldur içince.

Olan karakterimizi inkar etmeye başladığımız zamana kadar gerçeğizdir kendimize.

Oysa her otel, her iş yeri, demli çay yerine, poşet çayı verdi bize “Yenilik” bu diye diye.

Bize ait olmayanı, bize de uyar diye yerleştirdi, sindirdi gönlümüze.

Basit mini minnacık detaylar oysa bizi biz yapan.

Beni ben yapan benim adım, sanım, sevdiklerim, olma şeklim kendimce.

Adetlerim, törelerim bildiğim, beraber büyüdüğüm annemlerle.

Taklitsiz özümsenmiş halimle...

Kendimce.

Bence.

Ben kendi sevdiğimden ödün veremezken, benim milletim neden kendinden bu kadar kolay ödün verir sizce?

Türk Kahvesi’ne, çayının içiliş şekline, o minicik lezzet katan detaya nasıl kıyıverir birdenbire.

Haberin Devamı

 

Şeytan detayda gizli deriz bir de...

İnce belli bardaklarımızın kalçası geniş olur, ağır olur, Türk kadını, akdeniz kadını gibi. Adamın eli, o ince beli kavrar, içine çeker bir yudumda, ağzı yana yana, üfleye üfleye, şöpürdete şöpürdete.

Biz ince belli, hafif kalçalı kadınlarımızdan da mı vaz geçtik, sıfır beden uğruna?

Biz demliden demsize,

Türk Kahvesi’ nin köpüğünden Kapuçinoya,

İnce belliden kalın saplıya,

Kalçalı kadından sıfır bedene,

Salçalı yemekten çiğ balığa geçerken…
Farkına varmadan ağır ağır, yavaşça,

Kendimizden mi vazgeçtik acaba?

Yonca
“Bacı”

Yazarın Tüm Yazıları