Paylaş
Facebook’ta birisi bi test paylaşmıştı geçenlerde, “Hayatının işi nedir?” testi çöz bul gibisinden bi şey.
Hani saatine denk gelir ya...
Geldi işte.
Testi tıkladım başladım sorulara cevap vermeye.
Bi soru beni acayip kitledi kendine:
“En çok hangi zaman diliminde yaşıyorsunuz?” diye soruyordu testte.
Cevaplarda şunlardı:
“Geçmiş, Şimdi, Gelecek”
Hiç düşünmeden
“Geçmiş” seçeneğini tıkladım.
Tereddütsüz.
Ama tıklarken de “Yuh!” dedim kendime.
Ama doğru cevap buydu, insan kendi başına yaptığı testte de kendini kandıracak değil ya!
Neyse...
Test bitti.
Sonuç “Yazar” çıktı iyi mi!
Yani hayatta neysem, ne olmalıysam onu yaşıyorum aslında dedim kendi kendime.
Sonra oturdum düşündüm; “Yonca kızım ne olacak senin bu geçmişte yaşama halin?” dedim.
Biliyor musunuz, aslında benim bu geçmişi bu kadar didikleme, gelip gidip geçmişi sorgulama halim bi dolu duygumu besliyor da.
Yani o kadar da kızamadım kendime.
Kimi zaman o geçmiş hikayeler sayesinde çok güzel şeyler yazabiliyorum...
İhtiyacım oluyor yani bazen oralarda takılı kalmaya.
İnsana çok fena gelen bi huyu bazen çok önemli bir aracı da olabiliyor yani.
Derken bir karar verdim geçirdiğim bu hayli derin “düşünceli” döneme dair.
İçimi daraltan, beni sıkan, üzen, bunaltan, mideme ağırlık,
Boğazıma yumru,
Gözüme yaş,
Gülücüğüme toz konduran,
Işığımı, pırıltımı, sihirli hayallerimdeki peri tozlarını kaybettiren ne kadar duygu varsa hepsini bi kağıda yazdım.
Hatta hastalandığım zaman gittiğim bir doktorun verdiği bir reçeteyi buldum çekmeceleri karıştırırken o reçetenin üzerine yazdım.
Pandora’nın Kutusu vardı aklımda bu duygulara dair.
Hani bazen o duygular açığa çıkınca acayip yıkıcı güçleri olur ya, ondan galiba...
Neyse bi tahta kutu buldum.
Açık mavi. Böyle uçuk toz gibi bi mavi. Pembesi olsa pudra olurdu öyle hani.
İçinden çok sevdiğim fotoğraflar çıkmıştı bi zamanlar.
O kutunun içine, reçete dolusu duyguları koydum, kapağını kapattım.
Koşarak sahile indim.
Nasıl uçuran bir rüzgar vardı anlatamam.
Denizde de deli dalga.
Bizim evin yakınındaki kayalıklara gittim. Denizin çıldırdığı bi yerden kutuyu denize salıverdim.
O kilidi kapalı kutu açılıverdi ilk dalgayı yiyince... Eyvah dedim, saçıldı bu duygular denize...
Sonra bi baktım, löp diye yuttu deniz o kağıdı.
Kutu dalgayla birlikte yüzmeye başladı... Kapağı bi açılıyor, bi kapanıyor.
Sanki nefes alıyor...
Sonra kendime güldüm; “Ayol kızım suya saldın, bak artık onlar geçmişte kaldılar, ne diye durdun izliyorsun, arkana bakmadan git işte işine, git şimdine kavuş!”.
O andan itibaren eve bir dönüşüm var, halimi görseniz gülersiniz.
Çocuk gibiyim.
Sanki beni takip filan ederler diye arkama bakmadan bastım gittim.
Sonra oturdum, ağaçlarıma bakmaya başladım.
Ama boş boş değil,
Güzelliklerini delice görene kadar.
Gözümü kör eden şeyleri aralayıp şu Dünya’nın ne kadar güzel bir yer olduğunu harbi yeniden görene kadar baktım.
Bi şeyleri arkada bırakıp
Gözlerini açıp güzellikleri görmeye çalışmak kadar güzel bir çalışma olamaz hayatta.
Çalış Yonca çalış...
Yonca
“çalışkan”
Paylaş