Paylaş
Kemik yapısı, kas yapısı, duruş... Hiçbiri bir başkasına benzemeyen eşsiz bedenlerimiz var.
Kızım Destina ile dans için dünyanın kalbinin attığı dans stüdyolarında yaşayan insanları, bedenlerini, beden dillerini özgürce ve özgüvenle sergiledikleri o ortamda gözlemledim.
Hissettiğim şeyler çok karışık. İçim biraz buruk.
Her yaşta, her ırktan, renkten kadın gördüm. Kimisi çok ünlü, kimisi herhangi biri.
Kullanmaya çok utandığım ve çok anlamsız bulduğum ve hiçbir zaman sevmediğim şu sıfatlarda bedenleri vardı...
Taş gibi, kilolu, şişman, kafam kadar selülitli, aşırı zayıf, kaslı, fit, iri, sıska, lömbür lömbür... Liste uzar gider.
Bu gözle bakmak ve adlandırmaktan her daim çekindiğim sıfatların hiçbiri, ne olağanüstü veya vasat dans etmelerine, ne bedenlerini özgürce istediklerini giyerek sergilemelerine, ne de her nasılsa öyle olup hayatta en büyük tutkuları neyse onu yapmalarına asla engel değildi.
Tek bir ortak yönleri vardı, özgüvenleri, özgür ruhları, çabaları ve dans.
Kimisi için profesyonel bir işti dans, kimisi için keyifli hobi.
Kimi müthişti, kimi berbat.
Ama hepsi orada birdi. Yan yana dans ediyorlardı.
İzledikçe kendim için üzüldüm.
Kızımın tam da zamanında bütün bunlara nasıl şaşırdığına, nasıl ruhunun açıldığına tanıklık ettim.
Buna çok sevindim.
Çocukluğumuzdan başlayan giyim-kuşam-görüntü odaklı baskı ve stresleri, kendimi onca hırpaladığım bedenime dair mutsuzlukla dolu ortamları düşündüm.
Ne giydiysem illa bi şekilde saçma sapan yargılayıcı yorumları, aldığın veya verdiğin kilo ile hemen suratına çarpılan “kilo mu aldın/verdin sen, yakışmış/olmamış” cümlesindeki kinayeleri düşündüm.
Sordum mu ben sana aldım mı verdim mi, nasıl görünüyorum diye?
Hayır.
E senin tek derdin bana o gözle bakmak olunca, ben de sana o gözle bakar oldum aslında ve buna bi yeter ve dur desek nasıl olur acaba?
Çocuklarımıza da bi faydası olur illa.
Dudaklarımı ısırarak yazıyorum bu satırları çünkü aynı anlamsız baskıları kız-erkek fark etmez çocuk/genç/yaşlı fark etmez hâlâ yaşıyoruz!
Buna benim kızım, oğlum, bi dolu arkadaşım, onların çocukları ve ben de hâlâ dahilim.
Giydiklerinle, markalarla, bedeninin şekliyle nasıl da sürekli bir takım etiketlenmelere maruz kaldığımızı düşündüm.
Şekil şiddeti bunun adı.
Hadsizce belki ama, Türk kadını için daha da üzüldüm.
Olay bedeninin güzelliği, taşlığı, fitliği, ne giydiğin, ne kadar pahalı giydiğin filan hiç değil.
O bedenin içinde kendini ne kadar özgür ve özgüvenli hissettiğin.
O bedenle ne kadar barışık, mutlu olduğun ve nasıl hissettiğin.
Kimsenin ne giydin, yakıştı mı yakışmadı derdinde olmadığı, orana burana totosu büyük mü, sıkı mı, selüliti var mı, güzel mi çirkin mi kafasıyla değil de; senin sen olmanla, sohbetinle, becerilerinle alakalı olarak baktığı yerde içindeki özgürlük ve mutluluk hissi bambaşka.
En başta benim kendi canım bedenime bakışımın değişmediği, kadının kadına bakışının, yermelerinin değişmediği bi diyarda “kadının hak ve özgürlüğü veya benim bedenim benim tercihim” sloganları ne kadar gerçekçi acaba?
Önce kendi kendimizi sevmemiz, kabul etmemiz ve birbirimize bakarkenki o “güzel çirkin yargısını” yıkmamız gerek gibi.
Hamile kadınlara bile görüntüsel standart getirildi dikkatinizi çekerim!
“Ah benim canım kadın bedenim” dedim durdum.
Bizim canım kadın bedenimiz!
44 yaşıma girerken hâlâ o “daha az sarkık, göz kenarı kaz ayaksız, selüliti yok edilmiş, filtreli ve taş olmamın gerekli olduğunu ima eden ortamlar, kafalar” hadi len işinize dedim bi kere daha.
Bikiniyi giyersin, dönüp illa bi bakarsın totona...
Sallantılarına takarsın kafayı anlamsızca ve o çok istediğin bi şeyi giymezsin sırf bu yüzden.
Biri illa ama illa bi laf sokar. Sözüm ona samimiyettendir, nedense hep beğenmediğine dairdir iması.
Yazık be bize.
Baktım nasıl da övünerek dans ediyordu o kadınlar oraları buraları sallansa da, selülitleri o spot altında parlasa da.
Ay o kılıkla dans mı edilir diyen kimse de görmedim.
Hocalar ve hiç kimse bunlara bakmıyordu, herkesin baktığı tek şey, “farklılıklardan doğan birlik” fikriydi.
“Bedenine, seçimlerine, tarzına, şekline saygı ve sevgi”ydi.
Şekile bakmak saygısızlığın, ayıbın ta kendisiydi.
İnsanlar beğendikleri şey için sonsuz iltifat edip güzel şeyler söylemek için yaşıyorlardı.
Birbirlerinin çabalarını alkışlamak ve cesaretlendirmekle meşgullerdi.
Benim canım kadın bedenim,
Senden özür dilerim.
Sağlıklı olduğun için teşekkür ederim.
Ne yaparsam yapayım var olan selülitlerim, her gün 50 squat yapsam da yerçekimine yaşla boyun eğen popom, koşsam da hep olan kelebeklerim, ilelebet küçük memelerim, gözümün yanındaki kaz ayaklarım, alnımın ortasındaki o iki derin kırışık, dişimdeki o kocaman eski ve anısı kendi gibi kocaman kurşun dolgum...
Yaşlandıkça sıkı kalması zorlaşan tenim...
“Yaş almak” fiili modası yerine, her zaman kullanmayı sevdiğim ve hiç kaçınmadığım “yaşlanmak” fiilim!
Yonca kadın...
Kadın Yonca...
Özgür ol.
Mutlu ol.
Canımsın benim kadın bedenim!
Yonca
“4-4lük”
Paylaş