Paylaş
Hiç usanmadım. Bıkmadım.
Asla da usanmayacağım.
Her sene, her sene yeniden yazacağım.
Yonca
“saygıyla”
***
Bugüne kadar öyle çok savunmak zorunda kaldım ki ülkemi, değerlerimi, benim bildiğim, okuduğum, öğrendiğim haliyle Atatürk ve ilkelerini...
Fransız okulunda okuyan bir Türk çocuğu olarak, kendimi ve bizi, ilk önce kimi zaman okulumda savunmak zorunda kaldım.
Yabancıların kimisi bizi bizden çok iyi bilir ve severdi; kimisi ne tanırdı, ne bilirdi, ne de tanımak isterdi, sadece önyargılarıyla yermeyi tercih ederdi.
Buna karşılık Fransız öğretmenlerimiz, mesela Madam Demitri, bizi 10 Kasım' da saygı duruşuna geçmemiz için ikaz eder; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı' nda Tevfik Fikret Lisesi' ne gidip kutlamalara katılmamız için teşvik ederdi.
Bize: “Atatürk' ün kadınlara verdiği değeri ve yeri, Avrupa yıllar sonra anladı!” diyerek, yerimize sahip çıkmamız gerektiğini sıkı sıkı tembihlerdi.
Bize “elin Fransızı” değerlerimizin, haklarımızın kıymetini öğretirdi.
Sonraları yurtdışında savunmak, anlatmak zorunda kaldım kendimi.
Kendimi derken, ülkemi.
“Türküm!” der demez üzerime yürüyen soruları cevaplamak zorunda kaldım sükunet ve sabırla...
Her iğneleyici soru bombardımanı sırasında, öyle çok ve öyle inatla savundum ki “yalnız ve güzel ülkemi”, hiç yorulmadım ne anlatırken, ne de tanıtmaya çalışırken bizi.
Hiç de değişmedi; ne fikrim, ne saygım, ne de sevgim.
İş kadını olunca bir sürü değişik ortamda; faklı dillerden, dinlerden, ırklardan gelen insanlarla çalışmak durumunda kaldım.
O zaman da bitmedi bu cefa.
Her sorana anlattım
Her anlamayana açıkladım.
Her merak edene tarif ettim.
Her şaşırana “Şaşırma!” dedim.
Her görmeden konuşana, önyargılarla atıp tutana: “Git ve lütfen gör!” dedim usulca...
Bütün bunlar olurken ama; herkesin birleştiği bir tek konu vardı ülkem hakkında...
-Siz adına ister Mustafa deyin, ister Mustafa Kemal, ister Mustafa Kemal Atatürk veya sadece Atatürk-
İmkansız gibi görünen bir zafer, Atatürk' ün zekası ve ileri görüşlülüğü sayesinde gelmişti bu özgürlüğünü kaybetmiş, yitip gitmiş işgal edilmiş topraklara.
İşgal altındaki bir ülkeyi düşmanlardan kurtarıp yoktan var edip bir araya o getirmişti.
Bir milleti tek yürek yapabilmiş ve bu şekilde kazanmıştı savaşı, dehasıyla.
Evet, tarihin kabul ettiği bir dehaydı...
Hala daha değişmedi bu tarihi gerçek!
Bugün hakkında bir sürü şey yazılıp çiziliyor.
İsteyen “rakısını” onun şerefine kaldırıp yanında beyaz leblebisini yiyor, isteyen sayesinde rahat ve özgürce ibadet edebildiği için teşekkür duası ediyor, isteyen sayesinde hayat hikayesi üzerinden ticaret bile yapabiliyor...
İsteyen, baksanıza ne rahat yerden yere vuruyor!
Atatürk' ü yıpratmak yine de çok kolay olmuyor.
Çünkü arkasında kapı gibi tarih duruyor.
Atatürk,
Benim için gönlümdeki yerini hep aynı şekilde koruyor.
Benim Atatürk sevgim ve ona olan saygım, hiçbir zaman değişmiyor.
Artıyor!
Yonca
“anısına”
Paylaş