Nereye baksam herkes umutsuzluktan bahsediyor, herkes her şeyden nefret kusuyor. “Tutunacak dalımız kalmadı...” diye sayıklayan sayıklayana. “Biz bittik!” diyor herkes. Oysa bence daha yeni başlıyoruz. Çok eskimişiz de, yenileniyoruz gibi. Bize baktığımda battığımızı, bittiğimizi, asla adam olmayacağımızı düşünmüyorum ben. Bizden gayet adam olur gibi geliyor bana. Çıkmadık candan ümit kesilmez demişler, e kesilmez. Bu can da kolay kolay çıkmıyor nasılsa. Ha evet benim de bazen moralim bozuluyor, sinirlerim tavan yapıyor, çok kızdığım, eleştirdiğim, katılmadığım, kabul etmediğim, etmeyeceğim, içime sindirmediğim, tepki duyduğum çok şey oluyor; ama umutsuzluğa kapılmak için çok aceleci davrandığımızı, hatta arabeskçe “ah vah” çekmekten zevk aldığımızı, dahası bunun prim yaptığını bildiğimiz için bağımlısı olduğumuzu düşünüyorum. Ama biz buyuz işte. Böyleyiz. Hop oturup hop kalkan, icabında abartılacak şeyleri abartmayan, alakasız şeyleri de çok abartan insanlarız. Ben bizi böyle seviyorum. Biz gelişmiş dünya ülkelerinin artık asla haşır neşir olmadığı, olmayacağı, son derece saçma şeylerden biraz daha fazla haz alıyoruz o kadar. O da şimdilik. E o da geçer. Geçecek zamanla. Nesil değişecek, değişiyor da. Biz tedavülden kalkacağız. Arkamızdan gelen nesil de çok ilginç hem... Ne iktidar ne de muhalefet bunun yeterince farkında bence... Biz de farkında değiliz ki! Sürekli yeni nesilden şikayet ediyoruz, onları anlamaya veya onların nereye doğru gittiğini görmemeye çalışıyoruz. Bağnazız, bağnaz. Bu da nedense komik geliyor bana. (Bir sürü insanın hayalleri gerçek olmuyor belki ama bir sürü insanın da oluyor. Hayalleri ile gerçekleri örtüştüremeyenler de, hayallerinin gerçekleşmesi için büyük çaba sarf ediyorlar. Çaba sarf etmek de benim için yolun yarısıdır mesela. Bu da içimde kalan bir cümleydi, sıkıştırdım buraya.) Yeni nesilden azıcık korkmak lazım; ama sandığınız nedenlerden değil. Yeni nesil bence hiç öyle eleştirdiğimiz gibi vurdumduymaz değil. Tam tersine, onlar neyle ilgileneceklerini bildikleri için daha seçiciler sadece. Neyi sevip sevmediklerini çok iyi biliyorlar. Hatır için çiğ tavuk yemiyorlar. Genele ayak uydurmak gibi bir dertleri de yok. Savaş filan istemiyor onlar. Öyle pek mal mülk dertleri de yok. Oysa biz başımızı sokacak bir evimiz olsun diye kredi öderken kendi evimizde oturamadan öleceğiz! Aidiyet kavramları da farklı. Ben bir yere ait olduğum sürece kendimi güvende hissediyorum, onlar ait olmadıkça... Dobralar. Susmuyorlar. Kendi isimleri ile konuşamazlarsa “kullanıcı adı” ile konuşuyorlar. Her soruna bir çözüm buluyorlar icabında. Patron karşısında kasılmak, el pençe divan olmak, giyim kuşam, takım elbise, titr, masa başı iş, makam filan hak getire. Artık yeni nesil patronlar malum bir tişört bir terlikle yaşıyor evofisinde. Ev dedikleri yer de her gün bulundukları ülkeye göre bir otel veya bir kafe bazen de... Butik işler giderek daha fazla tatlı geliyor bize de. Kimse kocaman şirkette kurallar dahilinde çalışmak istemiyor. Bıraksak herkes kendi işini kendi istediği gibi yapacak. Herkesin dili pabuç kadar diye kızıyoruz biz. Oysa kızgınlığımız kendi köleliğimize. Yonca “sobe” Açıklayıcı dip not: Bu yazım hürriyet.com.tr’de 20 Nisan’da yayınlandığında çok sayıda çok farklı yorum almıştım. Referandum meferandum cinnetine dair olan bitenleri izlerken dedim ki, bir kere de Kelebek köşemde tekrarlayayım.