Paylaş
Birilerini sürekli bir kalıba ve tanıma oturtmak yarışı çok yoruyor beni. Ama bu “ayrıştırma” muhabbetinden ben de etkilendim. Kendimi inceledim. Alın size ben!
Tüm renklerimi tek tek sırasıyla ele verdim.
1- 33 kişilik şirkette, 17 farklı milliyet, 6 ayrı din, ve muhtelif sayıda ırkla beraber çalışıyorum. Gördüğüm; dinlerin giderek daha kişiselleştiği. Büyük dinler mikrodinciklere bölünüyor gibi. Herkes dinini kendine uydurup adapte etmiş. Herkes dinini kendi istediği şekilde yaşamak istiyor. Güzel adetler, gelenekler giderek daha tatlı, eğlenceli geliyor birçoğumuza. Ben ezelden beri dini ve inancı kişiye özel, inandığı ve kendisi arasında özel bir bağ olarak gördüğüm için zaten, bunda hiçbir sakınca görmüyorum tabi. Cemaat, tarikat gibi konuları ürkütücü buluyorum mesela.
2- Nazara inanıyorum. Çocuklarımı, annemin okuduğu duaların koruduğuna inanıyorum. Bu fikir huzur veriyor bana. Korktuğumda, üzüldüğümde, isyan ettiğimde, O’na sığınma ihtiyacım arttığında, huzuru Allah’da buluyorum utanmazca. Geri kalan zamanlarda eğer bir sorunum yoksa, sadece şükrediyorum. Gereksiz yere O’nu meşgul eden bir kul olmadığımı düşünüp kendimi teselli ediyorum çocukça.
3- Noel’de çocuklarla Noel Baba gelecekmiş gibi davranıp; yılbaşında ağaç altına dizilen hediyelerle kahkahalar atıp, Hintlilerin Işık Bayramı olan Diwali’de evde ne kadar ışık varsa yakıp Işık Tanrıçası Lakşmi’den bereket bekliyorum heyecanla. Mevsimleri, Yunan Mitolojisindeki Tanrı ve Tanrıçaların afacanlıklarıyla anlatıyorum çocuklarıma. Hıdrellez’i saksımızdaki çöl gülü’ne bağladığımız dileklerle, evin önüne koyduğum mumların üzerinden atlayarak kutluyoruz, her Mayıs ayında.
4- İktidara muhalifim. Muhalefette de kendimi bulamıyorum ama. Beni temsil eden, ya da kendimi ve görüşlerimi yakın bulduğum, sempatizanı olduğum bir grup yok. Ama oyumu hep CHP’ye verdim. İnandığım, alıştığım, istediğim çağdaş medeni laik Türkiye’nin hayaliyle yaşıyorum. Azimle çağdaş Türkiye savunucusuyum. Başım her daim açık ve dik. Atatürk ilkelerine inanıyorum. Atatürk’ü “putlaştırdınız” diyenlere, “Onu bize unutturamayan utansın!” diyorum. Daha iyisi çıksaydı da, dönüp dönüp iç çekmeseydik, hasret duymasaydık bunca sene sonra hala diyorum. Yüzüm Avrupa’ ya dönük; ama hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne girme saplantım olmadı. Avrupa prensiplerinde, hukuksal anlamda Avrupai olalım; insanların özgürlükleri eşit ve standart olsun, sosyal güvenliğimiz olsun istiyorum. Yoksa Birlik üyesi olup kültürel renkliliğimizden, her ne kadar zor olsa da, ödün vermek zorunda kalırız diye çekiniyorum.
5- Demokrasi kavramı kafamda giderek daha büyük bir soru işaretine dönüşüyor. Bizde herkes kendi demokrasi tanımını kendine göre yapmış, herkes ona uysun istiyor. E o zaman hooop dön başa, demokrasi dedikleri faşizm oluyor. Demokrasi anlayışımız hep kendi kişisel haklarımızla kısıtlı. Başkasının haklarına tahammülümüz yok asla.
6- Ramazanda oruç tutamıyorum. Oruç tutunca dünyanın en sinirli, en kötü kadını oluyorum. Hayatımda hiç düşünmediğim kadar yemek yemeyi düşünüyorum. O yüzden oruç tutmuyorum. Oruç tutanlara saygım sonsuz. Ama bunu gösteri haline getirip tembelliğe bahane edenlere çok kızıyorum. İftar sofrasında Annanem zamanında tutulan orucun saflığını, ağıza dolanmamış halini arıyorum.
7- Türbanlı bir kadın olsaydım, peruk takmazdım. Ama türbanlı bir kadın da olamam. Türbanın bir özgürlük simgesi olarak savunulmasını kabul etmiyorum. Ben, Arap bir coğrafyada, kapalı kadınların verdiği özgürlük uğraşını görüyorum. Ama türbanlı bir kadının vebalı gibi algılanmasını da kabul etmiyorum. Kadınların her şekilde kullanılmasını, kendilerini bu kadar çok kullandırtıp malzeme etmelerini kabullenemiyorum.
8- Her ülkenin askerine güven duymasının önemli olduğunu, bir ülkenin kendi askerini yıpratmasının delilik olduğunu; ve bunun bir tek bu topraklarda mümkün olduğunu düşünüyorum. Askeri darbe kelimesini sözlüklerimizden silmek istiyorum ayrıca.
9- Türk-Kürt meselesinin açılımla çözülmesini diler(d)im. Savaşın olmadığı, kardeş kavgasının yaşanmadığı bir ortam olmalı bu topraklarda.
10- Orhan Pamuk’tan nefret ettik, Fazıl Say’ı def ettik, Sezen Aksu’yu sokağımızdan sildik, Livaneli U2 ile sahneye çıktı konseri terk ettik, Kusturica’yı mimledik, Naipaul’a gelme dedik, Fatmagül’ü kollayacağımıza kendi ellerimizle gömmeyi marifet bildik. Oysa ben, Orhan Pamuk’la Masumiyet Müzesi’yle yeniden tanıştım, barıştım. Fazıl Say’a her sabah evimi açtım, açıyorum. Sezen Aksu’yla daha dün “Farkındayım” şarkısı eşliğinde, “bu kızı yeniden büyütmeliyim..” diye diye, hüngür hüngür ağladım. Livaneli o sahnede Bono ile beraber belirdiğinde, çılgınlarca alkışladım. Kusturica’ nın Underground’unu izlerken Büyük Annanemi, köklerimi andım. Yaşananlara, ayrılıklara yandım. Naipaul’un fikirlerine katılırım katılmam, ama onları açıkça yazmasını ve tartışmaya açmasını özgür düşüncenin tartışma doğurganlığı adına önemli bulduğum için hayranlıkla karşıladım. Keşke gelseydi de şansım olsaydı da tartışsaydım. Fatmagül’ü de gömmek yerine, kurtarmak için elimden geleni yaparım. Çünkü cehaletin köyü kenti yok. Ben de bu durumda bu dünyada her gün her saat “Fatmagül” olma riski taşıyan bir kadınım.
Daha da yazacaktım; ama bu kadar yeter. Doldum, taştım.
Yonca
“gökkuşağı”
Paylaş