Paylaş
İnsanın hayattan ne beklediğini bilmesi lazımmış.
Ben şu ara ne beklediğimi bilmiyorum.
Bekliyorum.
Pusuya yattım mucizeler, hayaller diliyorum.
Godot’yu bekler gibi bekliyorum hem de.
Ööööyle durdum, gözlerimi kocaman açtım bakıyorum.
Ne göreceksem!
Görürüm bi şey elbet. İyi veya kötü.
Görmek için bakıyorum. Bulmak için bekliyorum.
Kimisi görmemek için bakar, bulacağını bilse beklemez.
Kapılarımı, kalbimi, gözlerimi uyurken bile aralık bırakan bi kadınım.
Hayatı kucaklamayı seviyorum ya, ondan belki.
Bilmiyorum benimkisi bir ihtiyaç mı?
Alışkanlık ya da huy belki.
Kendimi azcık hisleri alınmış bir et parçası gibi hissediyorum bazen. Arada oluyor öyle.
Sanki suyun üzerinde yüzüyorum, gözlerim kapalı ama içeri innncecik bir ışık sızıyor.
Gökkuşağı olmalı dikkat edersem iyice. Değilse, vay halime!
Sanırım yaş günümü bekliyorum ilk önce.
Yani belki.
Yaş günümde teslim etmek üzere, ve o gün her ne haldeyse teslim edilmek üzere diye bir şey için karar verdim bundan yaklaşık 1.5 ay önce.
21 Haziran’da verdim bu kararımı aslında.
Yani kararımın bir kısmını 14 Haziran’da, diğer bir kısmını 21 Haziran’da, bir diğer kısmını tekneyle giderken denizin ortasında, bir diğer kısmını da dün verdim.
Evimde, evlilik yıldönümümüz için kocamdan armağan gelen Madam Satsuma ekilirken toprağa, tam o anda kararımın son noktasını da verdim.
***
Madam Satsuma dün itibariyle bahçemizdeki yerini aldı.
Pek nazlı.
Üzerinde olgunlaşmaya yüz tutmuş bir sürü Satsuma saklı.
“Hoşgeldin evimize, bahçemize, hayatımıza...” dedik ona.
***
Kitabımı 13 Ağustos günü nerede kaldıysa orada kalmış bitmiş haliyle teslim etmek istiyorum Goa Yayınevi’ne.
Yaş günümde.
Lütfen benim için siz de dua edin Evren Efendi’ye. Bana yardım etsin.
Bu ara kafam çok çalışıyor. Oturdum mu gözüm bi şey görmüyor, yazıyor.
Size ne zaman bi şey desem, hep harikalar oldu. Yine olsun.
Kafama mola gelmesin, kafam ve ben arasına vakit kaybı girmesin.
Yazayım gitsin.
Şu anda beni ayakta tutan tek şey bu gibi geliyor. Kitabımı bitirmek.
Her nasılsa öyle bitirmek.
Binlerce anlam yüklemedim bi kitap üstüne. Hafifcecik bi şey istedim.
Öyle.
Sade. Rahat. Kasıntısız. Havasız, alsız pulsuz.
İçimden gelen neyse o.
Ben.
1 taneciğini elime alayım, başka bi şey istemem. 1 kişi bile okusa, çok şükür derim.
En azından “Çok istiyordum bunu. Yaptım, elime aldım...” derim. O kadar.
O anı bekliyorum belki de.
Bir his bekliyorum içimde, yepyeni. Yeniden...
Sanki bir durakdayım. Duruyorum.
Otobüs gelecek. Bineceğim.
İçinde sihirli tozlar olacak otobüsün. Ben kapısından içeri girince kafama o renkli tozlar yağacak ve birden aydınlanıcam. Yarım kalan gülümsememi tamamlıycam.
Her şey çok güzel olacak.
Yaş günüm olacak.
Ben bi boy daha büyüyeceğim.
Büyüyeceğim ama çocukluğumu, hayata olan bağlılığımı, yaşam sevincimi, hayal dünyamı, hayata olan güven duygumu sonsuzca içimde yeşertip büyütürken, kendim minnacık bir çocuk gibi kalmaya özen göstereceğim.
Hala.
Hayret kuşu bakışlı çocuklar gibi gideceğim o otobüsün içinde. Yola bakarken şaşıracağım, pencereye vurup kahkaha atacağım gördüklerime...
Yine.
Hislerime kavuşacağım.
Elbette.
Bu arada, kayda geçsin diye yazıyorum, dün bahçemize bir de Can Ümit ekildi.
Can kırmızı, Ümit beyaz.
Hayatımıza, bahçemize
Can ve Ümit geldi. Kırmızı ve Beyaz.
Can Ümit, Madam Satsuma...
Dün bahçemize 3 ağaç daha dikildi.
Bu yazım da bence şu anda bitti.
Yonca
“duman”
Paylaş