Paylaş
Bu hafta üç gün süren bu çok “acayip” çalışmaya nihayet katıldım. Bu çalışmayı İstanbul’da da yapacak Gönan.
Aramızda anne babasıyla olan ilişkisi için gelenler, doğacak çocuğu için, “sorunlu” yaşadığı ergeniyle ilişkisi için gelenler vardı. Karı-kocalar vardı. Babalar vardı.
Ben, çocuklarımla ilgili bildiğimi varsaydığım bir sürü şeyin benim varsayımım olduğunu, onlarla bunu teyit etmediğimi fark ettim.
Bir türlü iyi bir anne olduğumu da kabul edemiyorum ben. Sürekli kendimi aşağı çekme çabam var.
Çocuklarımla yapayım diye verilen çok basit bi ödevde çocuğum bana ilişkimize dair bi konuda 10 üzerinden 10 veriyor, ben illa ikiye bölüyorum, kesin 5’tir bu aslında ama 5 vermeye kıyamadı ondan 10 verdi diyorum. Yahu çocuk ısrarla “iyisin anne” diyor, ben “bi daha düşün değilimdir belki” diyorum, düşünebiliyor musunuz!
1- Niye ona inanmıyorum?
2- Niye iyi olduğumu kabul etmek istemiyorum?
Bi konuda mesela illa bi koruyasım var çocuğu, ama çocuk o konuda korunmaya ihtiyaç duymuyor. O benim korkum, onunki değil. Ben dinlenilmeye ihtiyaç duyuyorum; ama dinlenilmedikçe karşımdakini dinlemeyi de bilemiyorum, unutuyorum. Ha bire konuşuyorum. Bu da beni sarstı...
En esas ne etkiledi beni biliyor musunuz? Çocukken bize sürekli “paylaş paylaş paylaş” diye baskı yapılıyor. Oysa ben çocukken paylaşmak istemiyordum. O büyüklerin paylaşmaya dair olan fikriydi. Ben bencil değildim. Çocuktum!
Benim için benden ve bana ait olanın bende olmasından daha önemli bi şey yoktu o zaman.
Ama büyüdükçe, zaman geldi, paylaşmak istedim. Bu sefer de, paylaşmak artık enayilik olmuştu.
Büyüklerin dünyasında kalbini sonuna kadar açıp paylaştın mı, salaksın sen! Paylaştıkların celladına dönüşüyor. Zaten pek paylaşmak isteyen de kalmamış oluyor sen büyüyene kadar. İletişim yok, güven yok, kalbini açmak yok. Çünkü paylaşmayan büyükler, paylaşmayı öğretiyor sana!
Oysa parentology sırasında huzurla “paylaşabilmek” etkiledi beni. Ben aslında size şu parentology sayesinde, çocuklarımdan ne duydum onu yazmak istiyorum.
İlk gün çocuklarımı ve onlarla ilişkilerimi düşününce aklıma nasıl bir metafor geldiğini sormuşlardı. Biri için güzel bir rüya, biri için okyanus demiştim. Biri için at, öbürü için kuş gelmişti aklıma. Ve bunların içeriği beni üzüyordu...
Üçüncü gün sonunda ise, bunlar tamamen değişmişti, hiç de ağlayasım yoktu.
Beni ağlatan şeyler için yapabileceğim şeyleri hatırladım yahu!
Dahası çocuklarımdan biri, bana ana-baba-çocuk ilişkisini nasıl gördüğünü bi anlattı, hâlâ kendimde değilim.
“Ana-babalık kedi maması ve kedi gibi” dedi. Anne-baba kedi mamasını koyuyor gidiyor. Bazen bunun yeterli olduğunu sanıyor. Ama değil. Kedi istediği zaman, istediği kadar yiyor. Seçim onun. Aç mı değil mi kedi kendi bilir. Bu iyi bi şey ama iş burada bitmiyor.
Kedi sevilmeye ihtiyaç duyduğunda yanına gelip, sev beni dediğinde sevmezsen kedi hırçınlaşır.
Belki tırmalar. Sev diye yanına gelince sev beni. Erteleme. Ama yalnız kalmak istediğim zaman da, gelip illa sevicem diye tutturma bu da çok sinir bi şey.
İhtiyaçlarıma olanak sun, ama zorla yedirmeye çalışma. Ne hissetiğimi ben biliyorum. Ama sormuyorsun ki! Sorsan söylerim.
Mesafe istediğimde de saygı duy bana. Endişe etme, anormal değilim yalnız kalınca.”
Bizim kedimiz yok biliyor musunuz! Çocuklarınıza hiç sordunuz mu, ihtiyaçları ne acaba?Güvenin onlara. Cevapların hepsi onlarda.
Yonca “toprak”
Paylaş