Paylaş
Mektup elden ele, e-postadan e-postaya derken bana kadar geldi. Fikir çok hoşuma gitti çünkü; Türkiye’de ilk defa bu kadar çok bireysel anlamda bağış olgusu yeşerip gelişiyor. Sürekli kocaman kurumlardan bağış-yardım bekleyen bir yapımız varken, oturduğumuz yerden bir şeylerin gelişmesini beklerken bizler eskiden, şimdi giderek daha sorumlu hissediyoruz kendimizi çevremize karşı. Elif görme engelli çocuklara masal okumak istemiş aslında. Altı Nokta Körler Derneği’ne sorunca onlar da onu Parıltı Derneği’ne yönlendirmişler. Dernekte sadece görme engelli değil, aynı zamanda zihinsel engelli ve otistik çocuklar da varmış. Görme engelli çocuklar için kitap da basıyorlar. Dernek kendi çabalarıyla, sağduyulu insanların gönüllü çabalarıyla ayakta durmaya çalışıyor. Web sitelerinin güncellenmesi lazım mesela. Word ortamında yazılmış çocuk kitaplarına ihtiyaçları var mesela. Gramajı yüksek kağıda ihtiyaçları var mesela. Görme engelliler için özel daktiloya ihtiyaçları var ki, çocuklar daktilo öğrenebilirlerse üniversiteye gitme şansları artıyor. Bu daktilo özel ve markası da şu: PERKINS BRAILLERS DAKTILO–ST PETERSBURG LIONS AUXILIARY. Oyuncak ihtiyaçları da var ayrıca. Maddi yardımın dışında 3-6 yaş gruplarına haftada 1 saat eğitmenlik yapacak gönüllü insanlara da ihtiyarçları var. Elif diyor ki: “Kalbiniz hazırsa, o annelere 1 saat hediye etmek bile çok güzel bir mutluluk...”. Dernekle ilgili tüm bilgilere web sitesinden ulaşabilirsiniz: www.parilti.org.tr
40. yaşın kutlu olsun Elif! Umarım bu güzel 40 yaş dileklerin güzel okurlarımın da yardımıyla gerçekleşir!
Yonca
"elçi”
Hipnoz
Sevgili Sabırlı Okurcuğum,
Haklısınız. Tamam. Hala bu konuya dair geri dönüp yazmadım. Yazacaktım evet. Ama yazamıyorum. Hala daha bana bu işi kimin en iyi yaptığını yazıyorsunuz. Tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Hala daha bana benim yaşadığım tecrübeden sonra sizler de bunu denemek istediğinizi ve kim yapıyorsa size tavsiye etmemi istiyorsunuz. İyi ama, ben korkuyorum. Evet, korkuyorum. İnsan nasıl kendisi denemediği birini tavsiye eder böylesi hassas bir konuda bir türlü bilemiyorum. Emin olamıyorum. Üstüne üstlük bu konuda istediğim gibi bir araştırma yapma şansım da hala olmadı. Aldığım e-postalardaki tavsiye edilen yer ve kişilerden bazılarının diğerlerine nazaran çok daha ciddi ve profesyonel olduğunu az-çok hissedebiliyorum. Ama yine de bu köşede bunu yazmanın büyük bir sorumluluğu var. İçimdeki hisse istinaden yazılacak kadar basite indirgeyebildiğim bir konu değil bu. Lütfen beni de anlayın. Zaman verin. Peşini bırakmadım. Emin olduğum zaman doğru olduğunu düşündüğüm bilgiyi paylaşacağım.
Yonca
“temkinli”
Fatmagül’ün suçu ne?
Çok uzun zamandır, hiçbir dizi beni bu kadar etkilemedi. Uzun zamandır hiçbir dizideki her bir oyuncu beni bu kadar, ayrı ayrı büyülemedi. Beren Saat, bu kadar kısa sürede bu kadar farklı karakterleri bu kadar başarıyla oynayarak ve bir öncekini tamamen unutturacak kadar yeni karakterine bürünerek olağanüstü bir başarı sergiliyor. Kerim, ah Kerim! Engin Akyürek yani, ta Yabancı Damat’dan beri hayranım ben ona. Gözleriyle konuşuyor ya, ben de ağlıyorum. Mukaddes Yenge, yani Esra Dermancıoğlu’nu her bölümde ağzım açık izliyorum, kocası Rahmi, Bülent Seyran yani, içimi dağladı bu hafta önünde saygıyla eğiliyorum. Sumru Yavrucuk, Ebe Ninem benim, umarım bu memleket senin rolünü ders niyetine içine çekiyordur diyorum, onu seyre ve dinlemeye doyamıyorum. Kötü çocuk Erdoğan, Kağan Taşaner yani, korkarım sokakta görsem koşarak kaçarım. Bence “kadına şiddet” denen laneti bu dizi çok gerçekçi bir şekilde her yönüyle hissettiriyor. Mustafa’nın hayat kadınına karşı davranışı mesela, beni çileden çıkarıp, bana ekran karşısında: “Orospuluk yaptı diye vurma hakkın yok adam!” diye naralar attırıyor. Ya sabır!
Yonca
“kadınca”
Paylaş